İZMİR SUİKASTI
İzmir'de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz kalmasından sonra bir gün bize şu olayı anlatmıştı:
- "Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı
Sorguları yapıldıktan sonra bunların birisini yanıma çağırdım
Odada kimse yoktu
Kendisine sordum:
- Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, öyle mi?
- Evet, dedi
Ben yine sordum:
- Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
- Fena bir adammış o
Memlekete çok fenalık yapmış
Sonra bize onu öldürmek için para da vereceklerdi
- Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?
- Hayır
- O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
- Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi
Biz de öldürecektik
O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:
- Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim
Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu
Bir süre şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra diz üstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı
Yahya Galip KARGI
ASKERLE GÜREŞ
Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü
Çağırdı ve güler yüzle sordu:
- Sen güreş bilir misin?
Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi
Genç asker her zaman üstün geliyordu
Çok neşelendi, ayağa fırladı
Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
- Haydi, bir de benimle güreş!
Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
- "Atam," dedi
"Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi
Bir Mehmet mi bu işi başarır?"
Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı
Tahsin UZER
ALÇAKGÖNÜLLÜ
Atatürk'ü, 1938 Gençlik ve Spor Bayramı günü, son defa, 19 Mayıs Stadyumu'nda gördüm
Şeref tribünü kapısında -o zaman küçük bir çocuk olan kızıma- o günün anısı olan rozetini taktırmayarak bir şeyler söylüyordu
Zayıf ve yorgundu
Kızımdan Atatürk'ün kendisine neler söylediğini sordum:
— Rozette resmim varmış, nasıl takarım? dedi
Zeki ve alçakgönüllü Atatürk rozetteki resmi görmüştü
Bu, O'nun stadyuma ilk ve son gelişi, sanki gençliğe vedası oldu
BENİM ADIM ATA DEĞİL
Aatürk'ün sinirlendiği önemli bir nokta vardı
Gazetelerde, kendisine "Ata" denildiğini okudukça şöyle dedi:
— Benim adım Ata değil, Atatürk'tür! Bazı gazeteler neden böyle yazarlar?
Şükrü KAYA
GÖMÜLECEĞİ YER
Atatürk'ün gömüleceği yer ve toprak:
O'nun kabri Ankara'da olacaktır
Fakat bu şehrin neresinde? Çünkü O' nun en son kuvvetli isteği bir an önce Ankara'ya dönebilmekti
Biri Büyük Millet Meclisi'nden İstasyon'a inen cadde üzerindeki yuvarlak yer, diğeri Çankaya'daki yeni köşkün mermer havuzu
Bu yerler şu nedenle konuşulmuştur:
Bir akşam Atatürk'ün etrafında toplananlar arasında, O'nun ölümlü oluşu üzerinde durulmuş ve özellikle kendisi 1926 suikast girişiminden sonra söylediği cümleyi tekrar etmişti
"Benim naçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır
Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır
" dedikten sonra "Milletim beni istediği yerde yatırsın, yeter ki beni unutmasın," demişti
Meclisin altındaki yuvarlak yeri ortaya atan kişiye ise, "iyi ve kalabalık bir yer, fakat ben böyle bir arzumu milletime vasiyet edemem"
Ancak, gene o akşam ileri sürülen bir fikrin kendisini çok duygulandırdığını, bugün bile hatırlıyorum
Memleketin bütün sınır boylarından getirilecek toprak üzerinde yatmak
Recep Peker, hararetle bu fikrin sembolik savunmasını yapmıştı
Atatürk, böyle bir fikrin uygulanmasından ancak, ölümlü vücudu için hoşlanacağını ve gurur duyacağını anlatırken bana bakarak: "Bunu unutma!" demişti
Prof
Dr
Afet İNAN
SOKAK ÇOCUĞU
Atatürk'e, düşmanlarından bir bayan, bir yabancı gazetede (sokak çocuğu ve zalim) diye yazılar yazmak küçüklüğünü göstermişti
Bir gün Yat Kulüp'te Atatürk, arkadaşlarına bu yazıdan söz ederek demiştir ki:
- Bana sokak çocuğu diye yazmış
Ben pek küçük yaşta yatılı bir öğrenci olarak okullara girmedim
İdadi'den Harp Okulu'na, oradan da orduya hizmete gittim
Sorarım sizlere, benim sokakta oynamaya vaktim mi vardı? Bana (zalim) diyormuş
Ben eğer bu vatana ihanet eden birkaç adamı mahkemeye vererek, kanun çerçevesinde bu adamlar cezalarını buldularsa, benim onlara karşı sevgimden ziyade, Türk milletine sevgim daha büyüktür
Bu nedenle Türk milletine onların zararlı vücutlarını feda ettim
" demişlerdir
Enver Behnan ŞAPOLYO
MUTSUZ LİDER
Bir akşam sofrasının hararetli bir döneminde Mustafa Kemal, kişisel özgürlüğünün birçok bölümlerinden yoksun bırakılması acısını hüzün dolu sözlerle şöyle anlattı:
- "Şimdi siz buradan ayrılır, istediğiniz yerde gezer dolaşırsınız
Benim gözümde bunun ne büyük mutluluk olduğunu bilemezsiniz
Halime bakın, sahip olduğunuz bu özgürlükten yoksunum, cumhurbaşkanıyım ama köşeye atılmış ve özgürlüğü sınırlı bir insanım
Bütün eğlencem, akşamları soframa topladığım arkadaşlara ayrılmıştır
Haydi şimdi buradan ayrılıp bol bol dolaşın, istediğiniz yerlere girip çıkın, arzu ettiğiniz gibi eğlenin
Ben de bunun hayaliyle avunurum
" dedi
O akşam hepimiz masadan erken ayrıldık
Damar ARIKOĞLU
ABDÜLHAMİD
1937 yılında idi
Yaz aylarından biri
Doğrudan doğruya kendi kontrolündeki bir gazetede "Makedonya" adlı bir eserim tefrika ediliyordu
Bir akşam üstü Başyaver Celâl (Üner) Bey beni telefonla aradı
Dolmabahçe Sarayı'na davet edildim
Ve Saraya gidince de, hemen hiç bekletilmeden, üst kata çıkarıldım
Bir kapı açıldı, kendimi Büyük Adamın karşısında buldum
Saygılarımı bildirince, belli bir iki nezaket cümlesi ile beni okşadı
Sonra:
- Yazını okuyorum, dedi
Hürriyetin ilân edildiği zaman küçük bir çocuk olman lâzım
Fakat kutlarım, o günleri iyi canlandırıyorsun
Yalnız Abdülhamid'i hiç sevmediğin belli
Biraz durdu
Elindeki bir renkli kalemi, önünde açık duran kalın ciltli bir Fransızca kitaba dikine vurarak düşünür gibi oldu
Ben susuyordum
Bu hal bir iki dakika devam etti
Sonra birdenbire şu sözler çıktı ağzından:
- Sevme Abdülhamid'i! Yine de sevme! Fakat sakın anısına hakaret edeyim deme
Senin
kuşağın biraz daha ölçülü kararlar vermeye alışmalı
Bak çocuk! Kişisel kanımı kısaca söyleyeyim: Tecrübe göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun durumu kuşkulu ve sınırları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük devlette, Abdülhamid'in yönetimi büyük hoşgörüdür
Hele bu yönetim on dokuzuncu yüzyılın son yıllarında uygulanmış olursa
Bunun üzerine ayrılmama müsaade buyurmuşlardı
Saygılarımı tekrarlayarak huzurundan uzaklaştım
Nizamettin Nazif TEPEDELENLİOĞLU
YANINA ALDIĞI İLK ER
Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü
Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu
O'na sordu:
- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı
Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi
Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı
- Söyle niçin ağlıyorsun?
İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:
- Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti
Silahımızı elimizden aldı
Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:
- Üzülme çocuğum, dedi
Gel benimle!
Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu
Burhan Cahit MORKAYA
KAHRAMAN TÜRK KADINI
17 Mart 1923 Tarsus:
Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü
O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi
O sırada ansızın bir olayla karşılaştı
Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı
Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
- "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!"
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar
Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
- "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın
"
Taha TOROS
TÜRK ORDULARI BAŞKUMANDANIYIM
Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti
Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti
Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı
- Binbaşı mısınız?
- Hayır
- Albay mı?
- Hayır
- Korgeneral mi?
- Hayır
- Peki nesiniz?
- Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi:
- Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!
General SHERRIL
SURİYE HEMŞİRENİZİ DE KURTARINIZ
1923 Mart'ının 17
Cumartesi günü Mersin'e giriyoruz
İstasyonda yaya olarak topluluk halinde ilerlerken, yolun ortasında, aynen Adana'ya girerken olduğu gibi, büyük bir levha taşıyan birkaç kız, Şef'in karşısına çıktı
Levhada şu cümle yazılı idi:
"Suriye hemşirenizi de kurtarınız
"
İki gün evvel Adana'da Antakya ve İskenderun için yapılan o levhalı gösteri, Antakyalı kızın o herkesi ağlatıp sızlatan hıçkırıklı söylevi ve Şef'in ona verdiği tarihi cevapla, yüce bir nitelik almıştı
şef şimdi bu Suriye levhasına ne diyecekti?
- "Her millet layık olduğu mutluluğa erişir!" dedi ve yürüdü
İsmail Habip SEVÜK
GENELGEYLE DEVRİM OLMAZ
1924 yılının ilkbaharıydı
Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı
Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı:
- Depremden çok zarar gördün mü, baba? diye sordu
Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce, tekrar sordu:
- Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin? İhtiyar, Kürt şivesiyle:
- Valle Padişah bilir! dedi
Atatürk gülümsedi
Yumuşak bir sesle:
- Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne?
İhtiyar tekrar etti:
- Padişah bilir!
Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü:
- Siz daha devrimi yaymamışsınız! dedi
Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi:
- Köylere genelge yolladık Paşam, dedi
Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı:
- Oğlum, dedi, genelgeyle devrim olamaz!
"
Ahmet Hidayet Reel
BEN CEPHEYE GİDİYORUM
Bir akşam Recep Bey (Peker) beni ve İhsan Bey'i evine akşam yemeğine çağırdı
Ayağım burkulmuş, alçıda idi
Koltuk değnekleriyle gittim
Gazi Paşa da Refet (Bele) Paşa'nın evinde imiş
Bizim Recep (Peker) Bey'in evinde bulunduğumuzu haber almışlar
Yaver Muzaffer (Kılıç) telefonla beni çağırdı
Kendilerini beklememizi söyledi
Gazi, gece yarısından sonra geldi
Fazlaca alkollü idi
- "Vakit geç oldu
Oturamayacağım gideceğim
"
Dedi ve giderken beni, İhsan ve Recep (Peker) Bey'i baş başa getirdi
Ellerini omuzlarıma atarak:
- "Ben doğruca cepheye gidiyorum, düşmana taarruz edeceğim," dedi
Hepimiz şaşırdık ve telaşlandık
İhsan Bey:
- "Paşam, ya muvaffak olamazsan?" deyince:
- "Ne?
Bir haftalık süre içinde onları yok edip denize dökeceğim
" karşılığını verdi
Ali KILIÇ
YENİLSEYDİK SORUMLU BEN OLACAKTIM
Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi
Dikkat ettim, Binbaşılar dahil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu, -bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu
O savaş ki araç, gereç, personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi
Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Fakat, bu kadro canını dişine takmış bir ekipti
Var olmak ya da olmamak bu savaşın sonucuna bağlıydı
30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi
Böyle bir dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna bir mutluluktu
O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu
Anlatmalarında abartma yoktu
Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk
Anlatışlarını şöyle bağladı:
- İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir
Şerefler de ortaktır
Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk
Bu arada
Atatürk bir duraklama yaptı
Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave etti:
- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı
Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım
Tarihin, zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım
Ord
Prof
Sadi IRMAK
SAVAŞ EMİRLERİ
Şükrü Kaya'nın, bir 30 Ağustos Zafer Bayramı gecesi sofrada:
- "Paşam, İstiklal Savaşı'nda Başkomutan sıfatıyla muharebelerde verdiğiniz emirler bir yerde toplanmış mıdır?" sorusuna verdiği yanıt:
- Bir gün Kurtuluş Savaşı'nın, Millî Mücadele'nin askeri tarihini yazacaklar, belki de benim Başkomutan sıfatıyla verdiğim bir yazılı ve imzalı emrime rastlamayacaklardır
Savaş arkadaşlarım buradadır, hep bilirler, ben muharebede daima o cepheden bu cepheye gider, yapılması gereken hareketleri Komutanlara dikte eder, onlara not ettirir ve kendilerini de inandırdıktan sonra, 'Şimdi ordu birliklerimize derhal bu hareketlerin yapılmasını kendi imzanızla bildiriniz
,
' derdim
"
Nejat SANER
SELANİK
Millî Mücadele henüz bitmiş, ordularımız Meriç sınırına dayanmıştı
Çankaya'da oturuyorduk
Atatürk'ün Selanik'ten çocukluk arkadaşı Nuri Conker dedi ki:
- "Paşam, ne duruyorsunuz? Her şey elinizde
Selanik'teki eviniz boş duruyor
Bir sözünüzle orada oturabilirsiniz
Size kim engel olabilir?" Atatürk, hepimizin yüzüne baktı ve şunları söyledi
- "Böyle bir hareket bütün Avrupa'yı aleyhimize birleşmeye sevk eder
Büyük bir mücadele iyi bir biçimde sona erdi
Tehlikeli bir maceraya atılamam
"
Hamdullah Suphi TANRIÖVER
17 MART 1923 TARSUS
Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü
O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi
O sırada ansızın bir olayla karşılaştı
Millî Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı
Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
- "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!"
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar
Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
- "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın
"
Taha TOROS
İNANMAYANLAR DA HAKLIYDILAR
Mustafa Kemal realist bir liderdi
Lekelemelerin politika kadrosunu nasıl daraltacağını ve kendisini bir avuç partizan takımı elinde bırakacağını düşünerek, açıkça bir suç işlemiş olanlar dışında yalnız kişisel değerlere saygı gösterdi
Sicil yoklamalarına rağbet etmedi
Bir gün bana:
- Kuva-yı Milliye'ye inanmayanlar da inananlar kadar haklı idiler, demişti
Falih Rıfkı ATAY
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Hastalığının ilerlemiş zamanında:
"Hatta bir gün, bizim önümüzde bazı siyasi sorunlara değinip Romanya' da yapılan hükümet değişmesinden söz ederken, bir patriğin işbaşına gelmiş olmasından hayret duyduğumu söyledim
Bu nedenle İkinci Dünya Savaşı'nın da yaklaşmakta olduğunu anıştırarak dedi ki:
- "Bir savaş çıktığı takdirde, kanımca yansız kalmalıyız
O zaman birçok fırtınalar kopacak
Devlet gemisini gayet ustaca yöneterek işin içinden sıyrılmaya çalışılmalıdır
" dedi
Prof
Dr
Nihat Reşat BELGER
ELİF, LAM, MİM NE OLACAK?
Atatürk, Kur'an'ın Türkçe'ye çevrilmesine karar verdikten sonra Kâzım Karabekir Paşa kaygıya düşmüştü
Büyük bir heyecan ve şaşkınlık içinde bir gün dayanamayarak Atatürk'e sordu:
- "Kur'an'ın Türkçe'ye çevirisini emretmişsiniz
"
- "Evet
"
- "Peki, o zaman elif, lam, mim ne olacak?"
Atatürk hayretle Karabekir'in yüzüne baktı ve en kolay bir şeyin cevabını verir gibi:
- "Ne olacak, elif, lam, mim yine elif, lam, mim olarak kalacak" dedi
Hamdullah Suphi TANRIÖVER
MEDRESELER
Rize gezilerinde medreselerin açılması için kendisine başvuran hocalara; öfke ve sertlikle ve herkesin önünde:
- "Para istiyorsanız size millet yetecek kadar verecektir
Açsanız karnınızı doyuracaktır
Medreseler bir daha açılmayacaktır, anladınız mı?" diye bağırdı
Prof
Mahmut Esat BOZKURT
DİL ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI
Dil alanında bir kaynak sorununu ileri sürünce, ortaya, kâğıt kalem ve Atatürk'ün kendi eliyle açıklamalar yapılmış diksiyonerler getiriliyor
Yunanca'dan getirilen kelimelerin, onları bir başka dile bağlayan daha eski bir etimolojisi aranıyor
- Ana kökü arayacağız, diyor
Ve dil hakkındaki kuramını anlatmaya başlıyor ve bir gülüşle:
- Uzun bir çalışmadan sonra, bunu bulduğum zaman, Sakarya savaşını kazandığım dakikadaki mutluluğu duydum, diyor
Prof
PITTARD
KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR
Bir gece beraber oturuyorduk
Yanımızda Siirt milletvekili Mahmut Soydan, şimdiki Macaristan elçimiz Ruşen Eşref Onaydın, bir de Soysallı vardı
Atatürk, ertesi günü Büyük Millet Meclisi'nde okuyacağı söylevi hazırlıyordu
Mahmut'la Ruşen Eşref not tutuyorlardı
Atatürk ara sıra bana da, "Ne dersin?" diye soruyordu
Ben ne diyebilirim? Hiç
Sonra Atatürk bana döndü ve dedi ki:
- Bu memleketin efendisi kimdir?
Düşündüm
Karşılığı o verdi:
- Türk köylüsüdür, dedi
Ve devam etti:
- Türk köylüsü "Efendi" yerine getirilmedikçe memleket ve millet yükselmez!
Prof
Mahmut Esat BOZKURT
YENİ KELİMELER
Atatürk, yeni kelimeler için şöyle derdi:
"Onları ortaya atmak gerekir
Millî duygumuz hangisinden hoşlanır ve onu kullanırsa, o zaman sözlüğümüze koyalım
"
Prof Dr
Afet İNAN
ÖĞRENCİ GÖZÜNDE ÖĞRETMEN
Çankaya'da bir ilkokul açılmıştı
Köşkün çevresinde bulunan bu okulu bir gün Atatürk ziyaret etmiş
Öğretmen tahta başında öğrencilere ders veriyormuş
Cumhurbaşkanı girer girmez saygı işaretini vermiş, çocuklar ayağa kalkmış ve oturunuz işaretini verdikten sonra yüzünü tahtaya çevirerek derse devam etmiş
Atatürk, beş on dakika ayakta ders dinlemiş ve çıkarken öğretmen yine aynı ses, aynı eda ile çocukları ayağa kaldırmış ve oturunuz işareti verir vermez derse devam etmiş
Gazi kapıdan çıkarken yanındakilere:
- "Gördünüz mü öğretmeni? Cumhurbaşkanına önem vermedi" demiş ve ilave etmiş:
- "İlköğretmen vatanın en hayırlı elemanı
Onlar vatan çocuklarıyla o kadar kaynaşmışlardır ki, adeta çocuklaşmalardır
Onların gözünde en sevgili öğrencilerdir
Bu öğretmen eğer dersini bırakıp saygısını göstermek için yanıma gelseydi ve çıkarken beni merdivenlere kadar geçirse idi, öğrencileri gözünde küçülür, belki prestijini kaybederdi
Öğrenci gözünde en saygılı, en büyük adam öğretmendir
" demişlerdir
Asaf İLBAY
ANADOLU'NUN MÜZİĞİ
Atatürk söylüyor:
- Montesquieu'nun, "Bir milletin musikicilikteki akışına önem verilmezse, o milleti ilerletmek mümkün olamaz" sözünü okudum, doğrularım
Bunun için, musikiciliğe pek çok özen göstermekte olduğumu görüyorsunuz
- Biz Batılılara göre, doğu musikiciliğinin kulaklarımıza gelen tuhaflık yönünden söz ettim ve dedim ki; Doğunun tek anlayamadığımız bir tarafı varsa,o da onun musikiciliğidir
Gazi, itiraz ederek şöyle demiştir:
- Bunlar hep Bizans'tan kalma şeylerdir
Bizim gerçek musikimiz Anadolu halkında işitilebilir
- Bu ezgilerin geliştirilmesi mümkün değil midir?
- Batı musikiciliği bugünkü durumuna gelinceye kadar, ne kadar zamanlar geçti?
- Dört yüz yıl kadar geçti
- Bizim bu kadar süre beklemeye zamanımız yoktur
Bunun için, batı musikiciliğini almakta olduğumuzu görüyorsunuz
Emil LUDWIG
SEN NE OLACAKSIN Kİ?
Mustafa Kemal, Selanik'te yine bir akşam o zaman Sağlık Müfettişi olan eski Dışişleri Bakanı Dr
Tevfik Rüştü Araş, Nuri Conker, Salih Bozok beylerle birlikte Olimpiyos birahanesinde oturmuşlar içerlerken, devletin dış siyaseti söz konusu oluyormuş
Bu arada Mustafa Kemal Bey birtakım acı eleştiriler yaptıktan sonra işi şakaya dökmüş ve Tevfik Rüştü Bey'i göstererek:
- "Bu yanlış siyaseti bir gün doktor aracılığı ile düzelttireceğim
" Deyince, yakın ve teklifsiz arkadaşı olan Nuri Conker:
- "Ne? Ne
Sen mi düzelttireceksin?"
Diye küçümseme ile sormuş
Bunun üzerine Nuri (Conker) Bey'le aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:
- "Evet, ben doktoru Dışişleri Bakanı yapacağım
Bütün yanlışlıkları ona düzelttireceğim
"
Nuri Bey şaka ile sormuş:
- "Demek sen doktoru Dışişleri Bakanı
yapacaksın
O halde ya beni?"
- "Seni de vali ve komutan yaparım!"
Bu konuşmaya, hazır bulunan Salih Bozok da karışıyor:
- "Herhalde bu arada beni de bir şey yaparsınız?"
Mustafa Kemal Bey Salih'in bu sorusuna, biraz düşündükten sonra:
- "Salih, seni yaver yapacağım ve yanımdan ayırmayacağım
" Cevabını verince Nuri Bey yine dayanamamış, tekrar atılarak:
- "Allahını seversen, sen ne olacaksın ki, hepimize şimdiden böyle birtakım onurlar veriyorsun?" demiş
Mustafa Kemal Bey, Nuri Bey'in bu sorduğu soruya gülerek:
- "Bu memuriyetleri, bu onurları veren ne olursa işte ben o olacağım
"
Diye karşılık vermiş
Ali KILIÇ
MİLLETİMİN ŞEREFİNE İÇİYORUM
Bir akşam, birdenbire Saray'dan kalkarak Gülhane Parkı'nda Halk Partisi'nin verdiği bir açık hava toplantısına gittiğimiz zaman, orada toplanan on binlerce insana harf devrimini müjdelemiş ve bu sırada ayağa kalkarak millete hitaben:
"Arkadaşlarım, bu elimdeki rakıyı evvelce padişahlar da, halifeler de içerlerdi
Fakat onlar saraylarında, dört duvar arasında içiyorlardı
Ben ise sevgili milletimin önünde ve onun şerefine içiyorum
"
Diye kadehini kaldırdığı zaman halkın alkış tufanı arasında Sarayburnu dakikalarca çınlamıştı
Ali KILIÇ
HARF DEVRİMİ
Yeni Türk alfabesinin ilk biçimlerini kendisine götürdüğüm zaman, Komisyonun en aşağı beş yıllık bir geçiş dönemi düşündüğünü söylemiştim
Gazeteler önce birer sütunlarını yeni harflere ayıracaklar, yavaş yavaş bu sütun sayısı artacak, sonunda bütün gazeteler yeni harflerle çıkacaktı
Okullar için de buna benzer basamaklı yöntemler düşünmüştük
Dikkatle dinledikten sonra bir daha sordu:
- Demek beş yıl düşündünüz?
- Evet!
- Üç ay! dedi
Donakaldım, üç ay! Üç ay içinde bütün memleket yayını Lâtin harfleriyle değişecekti
İlâve etti:
- Ya üç ayda uygulayabiliriz, yahut hiç uygulayamayız
Sizin Arap harflerine bırakacağınız sütunlar yok mu, onların adedi bire de inse, herkes yalnız o sütunu okur ve beş yıl sonra, tıpkı yarın başlar gibi başlamaya zorunlu kılarız
Hele arada bir buhran, bir savaş çıkarsa attığımız adımları da geri alırız
Falih Rıfkı ATAY
PROGRAMSIZLIK
Sen değil mi ki, bir kitapta okuduğum şu: Napolyon'a sormuşlar: Programınız nedir? O da cevap vermiş ki:
- "Ben yürürüm, program benim hareketimden çıkar" sözüne:
- "Evet ama o türlü giden, sonunda başını Sent Helen kayalarına çarpar" düşüncesini ekledin
Ruşen Eşref ÜNAYDIN
ŞAPKA KONUSUNDA
Atatürk, bir gün, lütfen bu konuda fikrimi sormuşlardı
O sırada Musul işi, aleyhimize sonuçlandığı için, rahmetli hayli sıkıntılı idi
Şu karşılığı vermek cesaretinde bulundum:
- "Şapka giymek, bu millet hesabına bir Musul fethinden üstündür!"
Atatürk, hafifçe gülümsediler
Ve kaşlarını birkaç defa eğerek gönlümü okşadılar
Prof
Mahmut Esat BOZKURT
NEDEN KASTAMONU?
Şapka giymek için neden Anadolu'nun en çok bağnaz görünen bir bölgesini seçtiğini sormuştum
Dedi ki:
- O tarafa ilk defa gidiyordum
Halk o kadar beni görmek merakında idi ki, başımda ne ile görse öyle kabul edecekti
İzmir tarafına gitseydim, yalnız şapkamı görürlerdi
Falih Rıfkı ATAY
İŞTE SONUÇ
Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa'ya gidiyordu
Kalabalık bir halk kütlesi iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi
Bir kadının, elinde bir kâğıtla Atatürk'e yaklaştığı görüldü
Zayıf bir kadındı
Ata'nın yolunu keserek titrek bir sesle:
- Beni tanıdın mı oğul? dedi
Ben sizin Selanik'te komşunuzdum
Bir oğlum var: Devlet Demir Yolları'na girmek istiyor
Siz onu alsınlar dediniz
Fakat Müdür dinlemedi
Oğlumu yine işe almamış
Ne olur bir kere de siz söyleyiniz
Atatürk'ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı
Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle:
- Oğlunu almadılar mı? dedi
Ben salık verdiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş
Çok iyi yapmışlar
İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak
Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu
Ve Atatürk adeta kendinden geçercesine dolu bir sesle:
- İşte Cumhuriyetten beklediğimiz sonuç
diyordu
Hulusi KÖYMEN
PORTRE
İstanbul'un kurtuluşundan yirmi üç gün sonra Cumhuriyet ilan olunur ve Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçilir
1924'ün 2 Ocak tarihinden 22 Şubat'ına kadar İzmir'de bulunur
İzmir'e giden bir Kurul arasında Çallı İbrahim de vardır
Çallı, Atatürk'le karşılaşır ve kendisine:
- Türk milletinin gönlündeki Mustafa Kemal'in portresini yapmama izin verir misiniz Paşam? der
Atatürk de:
- Mademki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal'i çizmek istiyorsun, benim modelliğime gerek yok, yanıtını verir
Daha sonra Çallı, bazı araştırmalarına dayanarak Atatürk'ün koltukta oturur, sivil giysili/fraklı tablosunu oluşturur
Oğuz ÖZDEŞ
PORTRE
İstanbul'un kurtuluşundan yirmi üç gün sonra Cumhuriyet ilan olunur ve Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçilir
1924'ün 2 Ocak tarihinden 22 Şubat'ına kadar İzmir'de bulunur
İzmir'e giden bir Kurul arasında Çallı İbrahim de vardır
Çallı, Atatürk'le karşılaşır ve kendisine:
- Türk milletinin gönlündeki Mustafa Kemal'in portresini yapmama izin verir misiniz Paşam? der
Atatürk de:
- Mademki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal'i çizmek istiyorsun, benim modelliğime gerek yok, yanıtını verir
Daha sonra Çallı, bazı araştırmalarına dayanarak Atatürk'ün koltukta oturur, sivil giysili/fraklı tablosunu oluşturur
Oğuz ÖZDEŞ
YAKUP CEMİL
Savaşın ortalarında Binbaşı Yakup Cemil (Babıâli baskınında Mazım Paşa'yı öldüren) savaşın kötü yöneltilmesinden ve memleketin felakete gitmesinden dolayı bir hükümet darbesi yapmaya girişti
O gece Enver Paşa'yı öldürecekti ve kuracağı hükümette Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) ve Başkomutan Yardımcısı olacaktı
Bir arkadaşı hükümete sır vermiş, Yakup Cemil idam edilmişti
Atatürk bana demişti ki:
- Yakup Cemil, girişimini başarsaydı, ben yeni görevi kabul ederdim
Fakat Harbiye Nazırı olunca ilk işim Yakup Cemil'i kurşuna dizdirmek olurdu
Ali Fuat ERDEM
TARAFSIZLIK
Serbest Fırka zamanında:
Gazi:
- Fethi (Okyar) Bey, Süreyya (İlmen) Paşa'yı partinize aldığınıza çok memnun oldum; kendisi hem şehirci
hem teşkilatçıdır, buyurdular
Ondan sonra bana dönerek:
- Bak, ben Cumhurbaşkanı olarak tarafsızım
Bir partinin başında pek sayın arkadaşım İsmet Paşa hazretleri bulunuyorlar
Diğer partinin başında da pek sayın arkadaşım Fethi Beyefendi bulunuyorlar
Bu iki parti birbirleriyle mücadele eyleyeceklerdir
Lakin dünyaya karşı da: "Türkiye'de de bir siyasal eğitim mevcut olduğunu" kanıtlayacaksınız, buyurdular
Ondan sonra, sofrada bulunanlara hitaben:
- Bakınız! Ben, Cumhurbaşkanı sıfatıyla bu iki partiye karşı tarafsız kalacağım, dediler
Şükrü haili ve Abdurrahman Nazif Paşalara da:
- Ordu
siz de benim gibi daima tarafsız kalacaksınız; bu iki partinin mücadelelerine karışmayacaksınız, buyurdular
Süreyya İLMEN
SİYASET ENTRİKASI
Anadolu hareketinin ilk günlerinde siyasi hırslarıyla tanınmış olan bir bayanla konuştuğu sıralarda, ona şu sözleri söylemiş:
- Hanımefendi, sizin çok güzel gözleriniz var; ben de güzel gözleri çok severim
Buna rağmen, söyleyeyim: Eğer siz, gözlerinizin kuvvetine güvenerek siyasal bir rol oynamak isterseniz haber vereyim ki başarılı olamazsınız
Çünkü ben siyaseti güzel gözlü hanımefendilerden çok fazla severim!"
Bu sözleri, o zamana ait bir siyaset entrikasının öyküsü esnasında O'nun ağzından bizzat dinledim ve hemen hemen kelime kelime saklayıp şimdi aktarıyorum
Muhiddin BİRGEN
SORUMLU
Gazi, memlekette yapılan iyi işlerden söz eden bir zatın:
- "Paşam, halk bütün bu iyi şeyler sizin eserinizdir, diyor" sözüne karşı:
- "Evet; halk bütün iyiliği benden bildiği gibi, bütün fenalıkları da bana yüklüyor" buyurmuştu
Ahmet Hamdi BAŞAR
SONUCU BAŞLANGIÇTAN BERİ BİLİYORDUM
Başarınızdan hiç kuşkulandınız mı?" diye sordum
- "Hayır! Asla" diye yanıtladı
"Ben bütün planı en başlangıçtan beri olduğu gibi gördüm (hiç cephanemiz olmadığı zamanlar bile) sonucu bildim
Biz kan akmasına ve yıkıntıya engel olmak için uzun zaman geciktik
Fethi (Okyar) Bey, son bir başvurulacak yol olarak Londra'ya gitti, çünkü biz kanla değil, yazıyla yapılmış bir antlaşma istiyorduk
"
Grace ELLISON
GERÇEK TARİHİN YAZILMASINI İSTİYORUM
Bir toplantı sırasında Türk Tarih Kurumu üyelerine:
- Ben fani bir insanım, bir gün öleceğim
Büyüklüğüne ve üstün kabiliyetlerine inandığım Türk ulusunun gerçek tarihinin yazılmasını sağlığımda görmek istiyorum
Onun için bu toplantılarda kendimden geçiyor, her şeyi unutuyor, sizi yoruyorum
Beni affedin
"
Uluğ İĞDEMİR
BEN YAPAYIM, SİZ YAZARSINIZ
Gazi Mustafa Kemal, bu işler için muhakkak ki, hukuk kitapları okumuştur
Fakat onların hiçbirisini, aynen uygulama alanına koymamıştır
Hatta bir gün kendi anlattığından işittiğime göre, meşhur bir Türk hukukçusu, kendisine: "Bu uyguladığınız esaslar hiçbir hukuk kitabında yoktur" diyor
Mustafa Kemal'in cevabı şudur:
- Uygulanıp denenişler, kural ve prensip haline gelirler
Ben yapayım, siz kitaba yazarsınız
Prof
Dr
Afet İNAN
CUMHURİYETTE ANGARYA YOKTUR
Cumhuriyetin ilanından sonra idi
Karadeniz'de bir geziye çıkmıştı
Kendisine eşlik edenler arasında bulunuyordum
Rize'ye geldik
Yolların düzgünlüğü ilgisini çekmişti
Vali'ye:
- Yollarınızı nasıl bu hale getirebildiniz? diye sordu
Vali de anlattı
Bütün yakın köylüleri jandarmalarla toplattırmış ve yol onarımında çalıştırmış
Atatürk'ün kaşları çatıldı
Oldukça sert bir dille:
- Vali Bey, dedi "Corvee" nedir bilir misiniz? Öyle ise ben söyleyeyim: Angarya demektir
Ve şunu da bilmeniz lazım ki, kanunsuz hiçbir vatandaşı işten alıkoyamaz, onu çalışmaya zorlayamazsınız
Cumhuriyette angarya diye bir şey yoktur
Muzaffer KILIÇ
EN GÜÇ DEVRİM MÜZİK DEVRİMİDİR
Bir gece toplantısında:
"Biraz sonra Atatürk'ün yepyeni bir konu ortaya attığını gördüm
- En güç devrim nedir?
Sıra ile hepimizin yanıtını bekliyordu
Bazı arkadaşlar, bütün devrimler birbirinden güçtür, dediler
Sıra bana gelince en güç devrim laikliktir, dedim
Nitekim bugün de hâlâ o kanıdayım
Ama Atatürk yanıtlarımızın hiçbirisini beğenmedi
Bizi bir süre duraksamada bıraktıktan sonra:
- En güç devrim, dedi, müzik devrimidir
Şaşkınlığımızı yüzümüzde okumuşçasına devam etti:
- Çünkü müzik devrimi kişiye kendi iç dünyasını unutturmayı, sonra da yeni bir aleme yönelmeyi gerektirir
Onun için çok zordur
Kısa bir susma oldu
Işıklar saçan gözünü üzerlerimizde gezdirerek ekledi:
- Çok zordur ama, yapılacaktır, dedi
Ord
Prof
Sadi IRMAK
ORDUYU AYIKLAMA
Yıl 1918, Selanik'te bir konferanstan sonra arkadaşlarıyla konuşması:
- Devrimi tamamlamak lazımdır
Biz bunu yapabiliriz
Ben, bunu yapacağım
O zaman için düşündüklerimi size kısaca anlatayım: Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu'nun yüksek sayılan komutanları, benim için yoktur
Ordu kumanda sicilleri için ben, son limit olarak, binbaşıyı kabul ediyorum
Geleceğin büyük komutanları bunlar olması gerekir
Sicil defterlerinin binbaşıya kadar olanlarını saklayacağım, üst tarafını yaktıracağım
Arkadaşlardan biri, bu söz üzerine buna karşı duruyor ve bu büyük ayıklama işinin nasıl yapılabileceğini anlamak istiyor
Mustafa Kemal'in cevabı şudur:
- Evet, binbaşından yüksek olanlar ay başında, benim kuracağım bürolara gelip maaşlarını istedikleri zaman, büro şefleri defterleri dikkatle inceledikten sonra: "Efendim, defterde sizin adınız yoktur, sizi tanımıyorum" diyeceklerdir
Prof
Dr
Afet İNAN
EMİN OLUN BUNLARIN HEPSİ OLACAK
Bulgar Türkoloğu İvan Manolof, Meşrutiyetten (1908) bir iki yıl önce Selanik'te Atatürk'ten O'nun Türk devrimine ait düşüncelerini dinlemişti
Yarınki Türkiye'yi heyecanla anlatan Atatürk, Manolof a demişti ki:
- "Bir gün gelecek, ben hayal zannettiğiniz bütün bu devrimleri başaracağım
Bağlı olduğum millet, bana inanacaktır
Düşündüklerim hiçbir demagoji ürünü değildir
Bu millet, gerçeği görünce, arkasından duraksamaksızın yürür
Dava uğrunda ölmesini bilir
Saltanat yıkılmalıdır
Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalı, doğu uygarlığından benliğimizi sıyırarak batı uygarlığına aktarılmalıyız
Kadın ve erkek arasındaki ayrımlar silinerek yeni bir sosyal düzen kurmalıyız
Batı uygarlığına girebilmemize engel olan yazıyı atarak Latin kökünden bir alfabe seçmeli, kılık kıyafetimize kadar, her şeyimizde batılılara uymalıyız
Emin olunuz ki, bunların hepsi bir gün olacaktır
"
Arif Necip KASKATI
HİTLER HAKKINDAKİ DÜŞÜNCESİ
Ben, O'nu tek bir kez görmüştüm
Güzel ve kültürlü bir Fransızca ile konuşuyordu ve görünüşe göre bundan hoşlanıyordu
Bir ara konuşmayı Almanya'daki duruma yöneltti
Kısa ve kesin bir biçimde formüllendirdiği sorularından, bu konunun kendisini ne kadar meşgul ettiği ve Hitler'den hiç de hoşlanmadığı anlaşılıyordu
Konuşmamız sırasında, bu yönde doğrudan doğruya bir sözünü hatırlamıyorsam da, sorularından ve jestlerinden, diktatörler dünyasının bu yeni yıldızının hayranı olmadığı kolaylıkla görülüyordu
Yalnız bir kez, o da konuşmamız sona ererken ve ben Nazi'lerin savaş niyetlerine değinerek sözlerimi bitirirken, karşılık olarak, hemen hemen felsefi-psikolojik bir görüş açıklaması biçiminde şunları söyledi:
- "Daha hiçbir askerlik ve devlet adamlığı başarısı göstermemiş bir adama, iktidarı topyekün teslim etmek, temel bir hatadır
Bir onbaşı, büyük bir askerî deha, büyük bir stratej olduğunu kanıtlamak için de, her şeyi göze almaktan çekinmeyecektir
"
Rudolf NISSEN
YERİNİZ MAKAMINIZDIR
Atatürk, Cumhurbaşkanı iken bir ilçede Kaymakamın odasına girmişti
Kaymakam kalktı, köşede bir iskemleye büzüldü
Atatürk:
- Siz burada devleti temsil ediyorsunuz
Yeriniz makamınızdır, benim ziyaretçi olarak yerim de sizin karşınızdır, demişti
Falih Rıfkı ATAY
EMİRLERİ ÜNİFORMA VERMİYOR
1923'te Konya'da verdikleri demeci, ayrılacakları gece, basına verilmek üzere tekrar okutturuyorlar
Muhtar Bey (Şakacı bir adam olan İngiliz Muhtar) kadehini kaldırıyor:
- Yaşasın Başkomutan!
- Niye Mustafa Kemal demiyorsun da Başkomutan diyorsun? Muhtar Bey üstü kapalı bir davranışla:
- Hele, diyor ne olur ne olmaz, daha uzun süre şu Başkomutanlık üzerinizde kalsın!
Şakalaşıp duran Gazi kartallaşıveriyor:
- Vay, sen beni Başkomutanlıktan mı kuvvet alır zannediyorsun? (Sesini tabiîleştirerek) Dinle bak öyle ise, sana bir hatıra anlatayım: Hani ben Erzurum'da ordu müfettişliği nişanlarını yakamdan atarak, "ferdî millet" kalmıştım ya? O zamana kadar emirlerimi dinleyen komutan (ismini söyleyecekti, söylemedi) ondan sonra verdiğim emirleri dinlememeye başlamasın mı? Makamına gittim:
- Paşa, paşa dedim, size o emirleri bu yakadaki yıldızlar vermiyor, Mustafa Kemal veriyordu, o yine karşınızdadır, yazınız!
Yazdı, emir gideceği yere gitti
Fakat çıktıktan sonra aklıma gelmişti
Ya komutan düğmeye basıp da, "Posta, bunu dışarı çıkarınız!" deseydi
Sesi yine heybetleşerek:
- Fakat diyemezdi, Muhtar, karşısında Mustafa Kemal var, diyemezdi! Muhtar Bey kadehini kaldırarak yürekten bağırıyor:
- Yaşasın Mustafa Kemal!
İsmail Habip SEVÜK
SOYADI'NIN BELİRLENMESİ
Demin bir sözü yanlış söyledim, Gazi'yi Büyük Millet Meclisi, kanunla "Atatürk" yaptı, dedim
Bu söz eksiktir
O, kendini "Atatürk" yaptı
Kanun, olayı kabul etti
O günlerde soyadı kanunu çıkacaktı
Bir akşam yemeğinde, Gazi "Atatürk" adını alacağım, dedi
Karşı geldiler:
- Memleket, dünya, tarih "Gazi Mustafa Kemal"i tanıyor
Ona nasıl dokunulur
Atatürk karşılık verdi:
- En tanınmış Türkler, yabancı isimler taşıyorlar
İbn-i Sina gibi, El-birûni gibi
Bu yabancı isimlerin karşısında, bunların Türk olduklarını kanıtlamamız gerekiyor ve kanıtlamak için de uğraşıp duruyoruz
Buna son vereceğim ve kendi adımla başlıyorum!
Ve Gazi Mustafa Kemal o gece Atatürk'tü
Ertesi gün kanun bu olayı onayladı
O'nun kanuna bu kadar nazı geçerdi
Mithat Cemal KUNTAY
TÜRK TOPRAĞI
Sınırlarını, en son Türk kuşaklarının kanlarıyla yoğurup çizdiği bir Türk vatanında, o vatan kavramını anlamlandırdı
O, bir ölüm haberi karşısında, yurt toprağına şu hitapları bana yazdırmıştı (1930):
"Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun
Kutlu olan sensin
Hepimiz senin için canımızı veririz
Fakat sen Türk milletini sonsuz hayatta yaşatmak için, feyizli kalacaksın
Türk toprağı! Sen, seni seven Türk milletinin mezarı değilsin
Türk milleti için yaratıcılığını göster
"
Prof
Dr
Afet İNAN
KIN AŞINSIN, KILICA BİR ŞEY OLMASIN
Hastalığa ilk teşhis konulduğu sıralarda Profesör Pittard
eşi ve Bayan Afet İnan'la birlikte Atatürk'ün huzurundaydık
Atatürk'ün yüzündeki renksizliği sezen Pittard:
- Efendim, bu kadar işleriniz arasında dil ve tarih üzerindeki çalışmalarınıza biraz ara verseniz olmaz mı? dedikten sonra ilave etti
- Sonra kın aşınır, örselenir Paşam!
Atatürk kılıcın millet kının da devlet başkanı olduğunu demeye getirerek:
- Kın aşınsın, örselensin ziyanı yok
Yeter ki
kılıca bir şey olmasın! Bunun üzerine Profesör:
- Ekselans, ben sizin fikrinizde değilim
Kın da bulmak güçtür, dedi
Fethi İSFENDİYAROĞLU
HATAY SORUNU
Ömrünün sonlarında Hatay sorununda bir başka sözünü duymuştum
Atatürk, bu sorun yüzünden uykusuz, sinirli idi
Rastladığı elçilerle tartışma yapar, söylemediğini bırakmaz, kendi hazır bulunduğu yerlerde yabancı elçilerin kulağına gidecek nümayişler yaptırırdı
Bir akşam sofrada vaktiyle Dışişlerinde bulunan bir arkadaşı:
- Paşam, niçin kendinizi de milletinizi de üzüp duruyorsunuz? Bir tümen yollarsanız Hatay'ı alırsınız
Ve Renani'de Alman olup bittilerini kabul eden Fransızlar Suriye'nin bir sancağı için sizinle savaş mı yapacaklar? dedi
Öfke ve siniri dalga gibi dinerek, sesi yavaşladı:
- Evet bunu ben de bilirim
Bir tümen yollasam, Hatay'ı alabiliriz
Renani'de Almanlarla savaşmayan Fransızlar da Hatay için bize savaş açmazlar
Fakat ya bu kez saygınlıklarıma dokunup karşı koyacakları tutarsa?
Soru sorana dönerek:
- Ben bir sancak için altmış bu kadar Türk ilini tehlikeye sokmam, dedi
Falih Rıfkı ATAY
AH SELANİK!
Kolağası Mustafa Kemal, bu akşam mahzundu
Selanik'te Beyazkule bahçesinde başbaşa oturuyorduk
Saatlerce konuştuk, nerede ise gün ağaracaktı
O gece ay Olimpos dağlarının arkasında kaybolurken, Mustafa Kemal içini çekerek:
- Ah Selanik, dedi
Seni bir daha Türk olarak görecek miyim?
Baktım, ağlıyordu
O altın sarı saçlarını okşadım
Teselli etmeye çalıştım
Ben, Mustafa Kemal'in müşterek hayatımız boyunca bu derece duygulandığını görmedim
Ali Fuat CEBESOY
TÜRKÇÜ MÜSÜNÜZ?
Gökalp, Atatürk'ten önce ve Atatürk'ten sonra bazılarınca Türk milliyetçiliğinin adı olarak kullanılan Türkçülük deyimini, en doğru tanımıyla belirtir ve der ki: "Türkçülük
Türk milletini yükseltmek demektir
"
Yanlış yorumlara uğradığını ve uğrayabileceğini sezmiş olacak ki Atatürk
Türkçülük sözünü hiç kullanmamıştır
Daima "Türk milleti, milliyet, milliyetçilik" sözlerini kullanmıştır
Kendisine:
Türkçü müsünüz? diye sorulduğu zaman, bizi herkesten iyi bilen bu büyük Türk:
Ben Türküm, demekle kesin ve keskin yanıtını vermiştir
Hasan Ali YÜCEL
TÜRKLÜK MÜSLÜMANLIĞIN ÖNCÜSÜDÜR
Atatürk sağ iken, büyük İslâm kongrelerinden birine biz de çağrılmıştık
Kongre Mekke'de toplanacaktı
Atatürk'ün bir delege göndermeye razı olup olmayacağını merak ediyorduk
Hiç tereddütsüz karar verdi
Türklüğünden kibir denecek kadar gurur duyan büyük adam, milleti ile aynı dinden olanları da gerilik ve kölelikten kurtulmuş görmek için elinden geleni yapmak istemiştir
Müslümanlık yeniden şereflendikçe nasıl bunda Türklerin manevî hissesi olacaksa, on milyonlarca Müslüman ya geri ya köle kaldıkça bundan Türklere de bir utanç payı düşmemek ihtimali var mıydı?
Biliyordu ki Mekke'ye şapka ile gidilemez
Ama daha iyi biliyordu ki başlık ve kıyafet değiştirmekle din değiştirileceğini sanan bir toplum da ne gerilik, ne de kölelikten sıyrılabilir
Milletvekillerinden Edip Servet Tör'ü çağırdı:
- Mekke'ye gidip beni temsil edeceksin, dedi
Türksün ve Müslümansın
Türklük, Müslümanlığın öncüsü ve kılavuzudur
Mekke'ye şapka ile gideceksin
Kara taassup sana karşı bile gelse eğilmeyeceksin!
Edip Servet Tor, Mekke'ye şapka ile girdi
Müslüman delegelerinin en itibarlısı o idi
Kongrenin sonuna kadar, Mustafa Kemal mucizesine hayranlık duyan heyetler arasında, Kemalist Türkiye'yi o temsil etti
Falih Rıfkı ATAY
TAMBUR TAKSİMİ
Bir akşam, emirleriyle yaptığım bir tambur taksiminden sonra yaşlı gözlerle bana şöyle bir sual sordular:
- Aferin oğlum, çok güzel bir taksim yaptın, duygulandım, eksik olma
Bana musikî nedir tanımlar mısın?
- Hakiki aşktır! Duygularımızın ezgilerle anlatımıdır
Her insanı çeşitli etkiler altında bırakan güzel bir yüzün, güzel bir kokunun, güzel bir sesin, güzel manzaraların tanımı olanaksızdır
Musikî de tanımlanamaz
İnsanı bazen ağlatır, bazen güldürür, bazen de maddi hayatla ilgisini keser, mana alemine gönderir
Bu yanıta çok memnun oldular:
- Aferin çocuğum, gel seni bir öpeyim
Bana şimdiye kadar böyle bir yanıt veren olmadı
Kimi seslerin dizisinden, kimi gamlardan, bilemediğim makamlardan zırvaladılar, durdular
Sanki müzik kitaplarından ben bu şeyleri okuyamazmışım gibi, bana müzik dersi vermeye kalkıştılar
Gerçeği sen söyledin, hepsini mat ettin
Gel, bir daha öpeyim evladım seni
Sen sanatında eli öpülecek adamsın!
Refik FERSAN
HAYDİ BAKALIM ZEYBEK OYNAYACAĞIZ
Bir başka akşam, fasıldan sonra bir semai çalarak konsere son verdik
Atatürk şöyle dedi:
- Her fasıl peşrevle başlıyor, saz semaisiyle bitiyor
Dörder "hane" olarak yapılan bu eserlerin, özellikle saz semailerinin tavrı aşağı yukarı birbirlerinin aynı
Bizlere heyecan verecek, ruhumuzu okşayacak zeybek havaları gibi kıvrak ezgilerle düzenlenseydiler olmaz mıydı? Acaba bestekârlarımız neden bunu göz önünde tutmamışlar?
Gazi'nin bu buluşları harikaydı
O ara salon orkestrası konserine başladı
Yerimden kalktım
Beni de ilgilendiren bu buluş üzerine hemen bir eser yazmak ve hemen orada arzularını yerine getirmek için tenha bir yere çekildim
Bir kâğıt parçasına o anda doğan ezgileri Hamparsum notasıyla tespit ettim, dördüncü haneye de zeybek temposunda bir oyun havası ekledim
15 dakika gibi kısa bir sürede oluşturduğum bu eseri bir daha gözden geçirdim, kendim de beğendim
Mükemmel bir "Nakriz Saz Semaisi" bestelenmişti
Yirminci dakikada salona girdiğim zaman orkestra dans havaları çalmaya devam ediyor, Atatürk sofra başında yanındakilerle konuşuyordu
Beni görünce:
- Neredeydin?
- Paşam, emirlerinizi yerine getirmek üzere dışarıya çıkmış idim
Müsaade buyurursanız, şimdi bestelediğim "Nikriz Saz Semaisi"ni dinleteceğim
Paşa hayret etmişti
Derhal tamburla eseri çalmaya başladım
İlgiyle, dikkatle izliyordu
Son hanenin zeybek usullerine başlar başlamaz:
- Bravo! Aferin evladım
diyerek arkalarında İnönü'nün de bulunduğu konuklarına:
- Haydi bakalım, hepimiz zeybek oynayacağız!
Tekrar tekrar bu eseri çaldırdılar ve zeybek oynadılar
Refik FERSAN
KADINLAR LOKANTADA
Zaman o zamandı: başta Atatürk vardı
Büyük uyanma dönemi yaşanıyordu milletçe
O zamanlar Ulus'ta bir İstanbul Lokantası varmış
Müşteriler kalpaklı, pos bıyıklı, kavi adamlar
Yemeğe iki hanım geliyor her gün: Biri Süreyya Ağaoğlu, biri de Hukuk'u onunla bitiren iki hanımdan biri
Lokantaya her girişlerinde bütün başlar kalkıyor
Bir gün zamanın Başbakanı Rauf Orbay'dan bir haber geliyor:
"İki genç kızın İstanbul Lokantasında yemek yemeleri uygun değil
"
Hatta galiba haberi kızına ileten, Ağaoğlu Ahmet
Genç kız küplere biniyor
Tam o akşam, gene avcı kıyafetiyle, gene traktör sürmekten yorgun, Paşa evlerine geliyor
Gene coşkular içinde
Gene Türk kadını, şu olabiliyor, bu olabiliyor diye iftiharlar içinde
Süreyya dudak büküyor
Atatürk, kendisine "İşini sevmiyor musun?" diye sorduğunda:
"Evet ama Başbakan, öğleleri lokantaya gitmeme kızıyormuş
" diye yanıtlıyor
- Hakkı var
Orada ne işin var?
Ertesi gün dairede bir koşuşma, "Paşa sizi istiyor" diye geliyorlar
- Hangi Paşa?
- Kemal Paşa Hazretleri
Paşa, açık gri bir otomobilde beni bekliyordu
İstanbul Lokantasının önünden geçerken şoföre "Dur" emrini verdi
Lokantadakiler dışarı fırlamışlardı
Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle:
- Bugün Süreyya Hanım Çankaya'da benim davetlim, yarın her zamanki gibi lokantaya gelecek, dedi
Çankaya'da Latife (Gazi Mustafa Kemal) beni gülerek karşıladı
Aslında
Atatürk çok kızmış Başbakan'a
Ve sonra ne oldu biliyor musunuz? Herkes ertesi gün, İstanbul Lokantasına eşleriyle geldi
Zaman işte o zamandı
Nimet ARZIK
TÜRKÇE EZAN
Hindistan'da iken Türkiye'de Türkçe ezan okunmasından yakman bir Hint Müslümanları grubuna:
- Siz, Allahın yalnız Arapça anladığını sanmak gibi bir günaha giriyorsunuz
Atatürk, dine değil, yobazlığa ve körü körüne inanışa karşıdır
Bundan otuz yıl sonra İslâm dinini boş inançlardan kurtaran, asıl yüksek ruhunu yaşatmaya çalışan bir öncü olarak bütün Müslümanlardan saygı ve anlayış görecektir
Rauf ORBAY
TARİH ZORLAMAYI SEVMEZ
Atatürk ne gösterişlerde, ne mevkilerde, ne rütbelerde içini doyurucu bir zevk bulamamıştır
O, fikir peşinde idi
Gerçek büyüklüğü daima fikirleri uğruna savaşmakta, her an, o andan önceki bütün şanlarını ve şereflerini fikirleri uğruna feda etmeyi göze almakta aramıştır
Bir gün Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine "Atatürk" adı verilmesi için bir kanun teklifi hazırlanmıştı
Atatürk tasarıyı okudu, arkadaşlarına:
- Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin temellerine sığınmak şart değildir
Tarih zorlamayı sevmeyen nazlı bir peridir
Fikirleri tercih eder, demişti
Falih Rıfkı ATAY
NAPOLYON BENZETMESİ
General Tawsand 12 Haziran 1922 tarihinde Adana'ya geldi
Kendisine o vakit haber almada çalışan deniz yüzbaşılarından Cemil refakat subayı olarak atanmıştı
General bir gece Adana'da Bursa Oteli'nde kaldı
Ve ertesi günü özel trenle Konya'ya geçti
O günün akşamı saat 9'da Mustafa Kemal, Tawsand'la görüşmelere başladı
Tawsand görüşmeler esnasında kendince yaptığı bir benzerliği Mustafa Kemal'e bildirerek:
- "Siz Napolyon'a benziyorsunuz
" dedi
Mustafa Kemal bu benzerliği geri çevirerek:
- "Napolyon arkasına bir sürü çeşitli milliyetteki insanı toplayarak macera aramaya çıktı
Ve bunun içindir ki, yarı yolda kaldı
Ben bir anadan bir
babadan gelen kardeşlerimle kendi vatanını kurtarmak dâvası yolundayım
Ve başaracağım
" karşılığını verdi
Hasan Ali YÜCEL
BENİ YETİŞTİRDİĞİNİZE PİŞMAN MISINIZ?
İsmet İnönü Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra bir akşam Atatürk'ün sofrasında bulundu
Atatürk, sofrada kendi yanına oturttu
İsmet İnönü bir kâğıt parçası üzerine şöyle bir soru yazdı:
- Hâlâ bana dargın mısınız? Atatürk bu sorunun altına şöyle yazdı:
- Bugün de arkadaşımsın, kardeşimsin
İsmet İnönü, Atatürk'e bu yazının altına imza koymasını rica etti
Atatürk imzaladı
İsmet İnönü bu imzalı kâğıdı cebine koydu
Sonra İsmet İnönü ikinci bir soru yazdı:
- Beni yetiştirdiğinizden dolayı pişman mısınız?
Atatürk bu soruyu okuyunca İsmet İnönü'ye bu yazısının altını imzalamasını istedi
İsmet İnönü imzaladı ve Atatürk de bu yazıyı aldı
Atatürk ile ismet İnönü arasında o zaman geçen bu küçük olay, Cumhuriyet tarihinin karanlık kalmış olan bir köşesini aydınlatmaya yeter kanısındayım
Asım US
ACI DUYUYORUM
Bize savaşlardan birini anlatıyordu:
- "Görüyorsunuz ya, dedi, birçok zaferler kazandım
Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek derin bir acı duyuyorum
"
George BENNEB
BAYRAĞI KALDIRINIZ!
Mustafa Kemal o sabah savaş meydanını geziyordu
Yerde parçalanmış bir bayrak, bir düşman bayrağı gördü
Bir an durdu, yanındakilere seslendi:
- "Bu bayrağı kaldırınız, yenilmiş bir düşman bayrağı, fakat o bir milleti, bir orduyu simgeliyor, yerde kalmaya layık değildir
"
Ferit Celâl GÜVEN
ER'İN MENDİLİ
Bir akşam uzun süre didişen, uğraşan iki erden birinin yüzünü sildiği mendil gözüne ilişmişti
Bu işlemeli ve göz alıcı yağlığı isteyerek ere sordu:
- "Bunu nereden aldın?"
Bu ansızın sorulan soru karşısında şaşıran kahraman Türk çocuğu, sıkılarak karşılık verdi:
- "Yavuklum gönderdi, Atatürk!"
Büyük kayıplar karşısında bile ağladığı görülmeyen, acı duyguları içinde gizleyen Büyük Şef, bilmem neden, o anda sarsılmıştı; dolan mavi gözlerinden iri damlalı yaşlar dökülüyordu
Er'in demin yüzünden akan terleri sildiği bu mendille o da göz yaşlarını silmişti
Prof
Naim Hazım ONAT
ADNAN MENDERES
Serbest Fırka'nın son günleriydi
Halk Fırkası mutemetlik saltanatına ilk darbe, Aydın'da vurulmuştu ve bu darbeyi vuranların başında, o zaman çok genç olan Adnan Bey (Adnan Menderes) bulunuyordu
O sırada Recep Bey, Vasıf Bey, Halid Bey ve daha birçok zevat sık sık Aydın'a geliyor, vaziyeti tetkik ediyor, temaslar yapıyor, rapor yazıyor, Ankara'ya gidip geliyorlardı
Velhasıl, bir telaştır gidiyordu
Bu gidiş gelişler arasında Gazi'ye; Adnan Bey'den bahsetmişler
Kendisini görmeyi arzu etmiş, görmüş
Cevdet Kerim Bey'den naklen duyduk
Gazi, Adnan Bey'i gördükten sonra,
- Bu gençte çok iş var, demiş ve derhal milletvekili namzetleri listesine alınmasını emretmiş
Niyazi Ahmet BANOĞLU
BÖYLE BİR AĞAÇ YETİŞTİRDİN Mİ?
Bahçe mimarı Mevlut Baysal anlatıyor:
"Çankaya Köşkü'nde, bahçesini yapıyordum
Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk
Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk'ün geçeceği yolu kapadığını gördük
Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu
Ata, havuz tarafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti
Derhal atıldım:
- Emrederseniz derhal keselim Paşam
Bir an yüzüme baktı, sonra:
- Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin
"
Niyazi Ahmet BANOĞLU
HASTALIĞI
Doktor Asım:
- Atatürk'ü istasyonda gördüm, dedi
Doktor olarak durumunu beğenmedim
Arkadaşları da burnunun kanadığını söylediler
Ben kanamanın burnundan olduğa nü sanmıyorum; görünen duruma göre, bir karaciğer kanaması olması akla daha yakın
Eğer böyle ise, durum vahimdir, dedi
Dünya başıma yıkıldı sandım
Geceyi güç geçirdim
Sabahleyin erkenden Çankaya'ya gittim
Odaya girince bana gülümseyerek baktı ve:
- Hayrolsun, ne var? diye sordu
- Hastalığınızı merak ediyorum, dedim
Yorulmanızda
endişe ediyorum
Bana iki yabancı uzman tavsiye ettiler
Çok yetkili kimselermiş
Eğer izin verirseniz, kendilerini Türkiye'ye davet etmek ve sizi görmelerini sağlamak istiyorum
Bunu ricaya gelmiştim
Kaşlarını hafifçe çattı
Biraz düşündü
Böyle bir davetin politik tesirlerini hesapladığı belli idi:
- Ortalıkta, Hatay meselesi var
Hastalığım dışarıda duyulursa iyi olmaz
Bu noktayı değerlendirmek lazım dır
Sen Neşet Ömer'le konuş
Burada zaten Tıp Kongresi yapılıyor
Gelip bir muayene etsinler
Bakalım onlar ne diyecek? Sonra düşünürüz, dedi
İsmet BOZDAĞ