10 Nisan 2016, 13:39 | #1 | ||||||||||||||||||||
Keyifli~Üye Üyelik tarihi: 10 Nisan 2016
Mesajlar: 6
| Yazar Sitesi
gi argümanlarla var? Sözüm ona insan hakları için var; demokrasi için, uygarlık için var. Biliyorsun, bu bölgede hala kendi modernliğini üretememiş etnikiteler, feodal kabileler yaşıyor. Burada şu ana kadar modern ulus devletler kurulamadığı için de Türkiye hala modern bağımsız devletler yerine çağdışı kabilelerle muhatap olmak zorunda kalıyor. Bütün postmodernist teorisyenlerde tikellik, kabile, ırk, din, aşiret vb küçük uluslar ve her farklılığın teşvik edilmesi yönünde sinsi bir proje kapsamında öneriler ortaya çıkıyor. Niçin? İnsanlık ideallerinden ötürü doğru olacağından değil, bu kavramların öne sürülmeleri tümüyle hedeflenen yeni dünya düzeniyle ilgili... Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin'in silah zoruyla devrilmesi ve ülkesi Irak'ın işgal edilmesi bu yüzden... Bir kabile reisinin getirilip oraya devlet başkanı olarak atanması da o yüzden... Bir başka aşiret reisi de kurulması tasarlanan kukla devletin başına getirilmeye'çalışılıyor... Dolayısıyla bugünkü entelektüel teslimiyet durumu ile Frankfurt Okulu ve öncesindeki tıkandığı söylenen modernité ile aydınların düşünce krizine girdiği yönündeki değerlendirmenin aynı şey olmadıklarını söylemek lazım. Çünkü durum tümüyle tersine çevrilmiş, içleri boşaltılmış kavramlar ve sahte idealler ile karşı karşıyayız. İnsanlığın yeniden bir aydınlanma sürecine girme ihtiyacı her gün daha bir gerekli hale geliyor. Gerçek insani aklın yeniden öncü kılınması gerekiyor. Oysa ABD'li postmodernistler daha başından itibaren insanlığın aydınlanma birikimine karşı çıkıyorlar ve onu çıkarları yönünde ısrarla manipüle ediyorlar. Onlarla birlikte bazı Doğulu aydınlar da -sözde bilimsellik adına- Kant felsefesinden başlayarak aydınlanma kavramına karşı çıkıyorlar. Oysa Doğu kültürleri ve coğrafyası kadar modern akla ihtiyacı olan başka bir bölge var mı? Yok. Ama akla sahip çıkarlarken Batının kaybetmiş olduğu değerleri de kaybetmemek zorundalar. Aklın öbür taraflarını, yani hisleri, ruhları, duyarlıkları, kültürleri kaybetmemek zorundalar. Modernite devrimci bir durumdur. Modernite döneminde olduğu kadar düşüncenin, duygunun, ifadenin formları bu denli zenginleşmiş, hiçbir dönem yoktur. Buna sadece burjuvazi değil aynı zamanda işçi sınıfı da sahip çıkmak zorundadır ve benim kanaatime göre buna sahip çıkılmadan yeni bir insanlık projesi, ütopyası ortaya konulamaz. Sovyetler Birliğinde Ekim Devrimi gerçekleştiğinde Rusya'da henüz endüstri devrimi gerçekleşmiş değildi. Avrupa'da da savaş sonrasında doğru dürüst sanayi kalmamıştı. Çünkü 1. Dünya Savaşı hepsini darmadağın etmişti. Frankfurt Okulu'nun durumunu biraz da bu bağlamda düşünmek gerekir kanısındayım... Mehmet Ulusoy: Gerçekten de son yüz, yüz elli yılık sürece baktığımızda -Goethe ya da Nietzche ile de başlatabiliriz bu süreci- mo-dernitenm ve aydınlanmanın giderek burjuvazi tarafından terk edildiğini görürüz. Batıdaki sanatçı, aydın yeni, orijinal, hiç işlenmemiş bir şeylerin arayışına girmiştir; örneğin Gauguin, Avrupa dışında, otantik, egzotik, el değmemiş dünyalara, ilkel kabilelerin saf dünyasına gitmiş, o kültürlerin değerlerini kendine özgüyorumlarla resimlerine yansıtmıştır. Özellikle o insanlardaki doğallığı, özgünlüğü, sadeliği işleyerek yaşanan tıkanıklığa bir açılım getirmeye çalışmıştır. Goethe, Doğu kültürünü inceleyip şiirlerinde, fikri yazılarında kullanmaktan kaçınmamış. Nietzsche keza, Zerdüştizm'i felsefesinin merkezine koymuş... Bunlar, yüz yıl önce de söz konusu olan bir tıkanıklığı aşma çabasıdır. Aynı durumla karşı karşıya olan bugünküler neden çözemiyorlar sorunu? Bütün tartışmalara bakıyoruz, sonuçta Avrupa dünyanın yüzde kaçı, ABD'yi de katarsak diyelim en fazla 257i; nüfus olarak da coğrafya olarak da dünyanın çok küçük bir azınlığını oluşturuyorlar. İnsanlığın yüzde 75'inin Avrupa'nın ve Amerika'nın dışında yaşadığını düşündüğümüzde ve bunu 5 bin yıllık bir tarihi süreç içinde ele aldığımızda, insanlığın kültür birikimi açısından Avrupa'nın, en köksüz, en yoksun, en çorak, uygarlık açısından da bu birikime en son katılan coğrafya olduğu görülür. İnsanlığı geliştiren özgürlükler ve eşitlik için mücadeleyi bütün derinliğiyle gündeme getiren, bunun için ölümüne mücadele edecek insan unsuru, büyük kitle dinamikleri artık Avrupa'da değil. Bunun çok önemli ekonomik nedenleri de var ama o başka bir tartışma konusu... Avrupa kendi içinden, işçi sınıfı açısından olsun, aydın açısından olsun, yeni bir toplum yaratma dinamizmini kaybetmiştir. Şöyle bir benzetme yapabiliriz: Doğum aşamasına gelmiş bir kadının doğum yapamaması sonucu iç zehirlenme ya da doğum zehirlenmesi denen bir olay vardır, Batı da yeni bir topluma, uygarlığa doğum yapamaz, onu bağrından üretemez hale gelmiştir. Bütün geleceği temsil eden çocuklarını içeride boğup zehirliyor ve bu zehirlenme bünyeyi de adım adım zehirliyor. Bu zehirlenme, doğal organizmaya aykırı, onu yiyip bitiren bir kanser gibi sanatta, kültürde her alanda insani olmayan her türlü sapık ilişkinin geliştiği bir toplum dokusunun oluşmasına yol açmaktadır. Demek ki biz insanlığı geliştiren özgürleştiren ve sanatın da önünü açan dinamizmin Avrupa merkezli bir dünyada değil Avrupa'nın dışında olduğu bugün öncelikle, çok daha net bir şekilde kanıtlarının bütün boyutlarıyla ortaya konduğu bir durum tespiti yapmak zorundayız. Ezilen Dünya'da katedral denen şey, yeni bir uygarlığın sanatsal-kültürel tanımı olarak veya sanattaki ütopya olarak nasıl tanımlanmalı, özellikle buna kafa yormak gerekiyor. Ekrem Kahraman: Avrupa, Batı, aydınlanma ve modernité diye adlandırdığımız kavramların tümü de burjuva sınıfına aittir ve onun öncü var oluşuna dayanır. Günümüzde bu sınıfın artık bu kavramlarla ilişkisi mazide kalmıştır; çünkü Bir Katedral İnşa Etmek*in tartışmacılarının da altını çizdikleri gibi kendileri de artık yokturlar. Fakat güncel işçi sınıfının da artık dünyanın önüne yeni bir ütopya, gelecek tasarımı koyabildiği kanısında değilim. Çünkü eskiden beri bir ütopya zaten var ve o da sosyalizmdir. Marks'tan beri bu böyledir. Yani durum, bir sınır ya da sınırsızlık meselesi olarak algılanmamalı. Sınır ve ideoloji kavramları ayrı ayrı şeyler... | ||||||||||||||||||||
Bookmarks |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | Arama |
Stil | |
| |