13 Mart 2012, 18:20 | #1 | ||||||||||||||||||||
NetteKeyif Üyelik tarihi: 15 Mart 2011
Mesajlar: 16.171
| Soykırım Yalanı Günümüze Kadar Süren 'Sorunun' Kökeni: 'Soykırım' Yalanı Kerim ÜnsalHer yıl Türkiye'nin önüne ve dünyanın gündemine temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp ortaya sözde Ermeni soykırımı iddiası atılmakta, Türkiye uluslararası arenada sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Emperyalizm, küreselleşmeden de aldığı güçle bu senaryoyu sürekli tekrarlayıp durur. Gerçeği görmek için tarihsel gelişmelere ve günümüz koşullarına tarafsız bir gözle bakalım. Osmanlı imparatorluğu içinde birçok halkın bulunduğu biliniyor. İmparatorluk tüm halklara kaşı eşit mesafede durmaya çalışmakta yalnızca "müslüm-gayrimüslüm" ayrımı yapılmaktadır. Ancak zaman içinde devlete başkaldıran halklara da gerekli dersler veriliyor. İmparatorluk içinde bazı halklar da becerileri ve devlete bağlılıkları ile ortaya çıkıyor. Bu halklardan biri de Ermeniler. İstanbul'daki birçok eserin yapısında rol alıyorlar. Örneğin İstanbul'un incileri Dolmabahçe ve Çırağan sarayları ve birçok yapılar ermeni Baryan ailesinin eseridir. Aile imparatorluğun kadrolu mimarlarıdır. Bu nedenle Ermeni halkına verilen isim "Teba-i Sadıka" olmuştur. Bu birlikte yaşayış ani bir hareketle bozuldu. Emperyalizm yine devreye girdi. Rus çarı 2. Nikola Osmanlı İmparatorluğu'nun I içişlerine karışmak ve onu parçalamak için Meclis'te (Duma) bir konuşma yaparak Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni halkının din ve soy birliği nedeniyle birdenbire koruyucusu kesiliverdi. Artık Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermeniler ondan sorulacaktı. Çarlık Rusya'sı böyle der de diğer emperyalistler geri kalır mı? Hemen İngiltere I ve Fransa da "Yakını" oldukları gerekçesi ile "Koruma ve kollama" kuruluna katıldılar. Kadroya Almanya'nın katılması da gecikmeyecektir. Böylece günümüze kadar gelen tarihi bir trajedi de sahneye konmuş oldu. Artık dünya emperyalizminin eline, hiç bırakmayacağı bir oyuncak geçti. Anılan devletler birbirleri ile yarışırcasına hemen harekete geçtiler. Önce Ermeni halkı planlı bir şekilde İmparatorluğa karşı kışkırtılmış; sonra da hızla silahlandırılmıştır. Bu işlemler çok planlı yapılmış, zira bu konularda faaliyet göstermek üzere siyasal partiler kurulmuştur. Parti çatısı altında organize edilen başkaldırı tüm Osmanlı ülkesine yayılma durumundaydı. İngiltere'nin 1971'den beri sürdürdüğü Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü koruma politikasını 1880'den itibaren terk edildi. Bunun da en kestirme yolu Ermeni devleti kurmak ve bunun için gereken her şeyi yapmaktır. Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Ermenilerin sayısı yaklaşık bir milyon 300 bin kadardı. Bu sayı 100 bin kadar daha artabilir. Çünkü Osmanlı "Meclisi Mebusan"ında 14 Ermeni milletvekili görev yapmaktaydı. O zaman ki seçim sistemine göre halkların her 100 bin kişisi için bir milletvekili seçme hakkı vardı. Bu nedenle bu sayı doğru olarak kabul edilir. Yoksa Avrupalı tarihçilerin abarttığı 2 ve 3 milyon Ermeni nüfusu kabul edilmez. Bu halkın büyük bir kısmı Van, Bitlis, Diyarbakır ve Sivas illerinde ve Torosların güneyinde Halep civarındaydı. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u aldıktan sonra, Ermenilerin Bursa'daki ruhani liderini İstanbul'a getirmiş ve Rum Patrikliğinin yanında bir de Ermeni Patrikliği kurmuştu. Bu halkı bu patriklik vasıtası ile idare ediliyordu ve Ermeni sorununun çıkmazında da patrikliğin büyük rolü olmuştu. Ermeni Patrikliği'nin Misyonu O kadar ki Ocak 1878'de Ermeni Patriği, meclisi toplayarak Rus Çarı'ndan Ermenilerin yaşadığı toprakların Rus askerlerince işgal edilmesini ve daha sonra kendilerine verilmesini, Çar'ın tüm Ermeni halkını korumasını istemişti. Rus Çarı'na da "Büyük kurtarıcımız" unvanı vermişlerdi. Bu çabalarının sonucunu da Temmuz 1873'te Rusya ve Osmanlı Devleti arasında imzalanan Berlin Anlaşması'na isteklerinin bir kısmını koydurmuşlar, Osmanlı idaresinden de "ıslahat" sözü almışlardır. Gerçekten, Berlin Anlaşması'ndan sonra Ermeniler, Osmanlı Devleti'ne isteklerini kabul ettirebilmek için önce örgütlenmişler, sonra da silahlı mücadeleye başvurmuşlardır. Gerek Osmanlı unsurları içinde, gerekse Avrupa'da birçok Ermeni, "komite" ve dernekleri kurulmaya başlanmıştır. Bunların en önemlisi 1887'de Marksist ilkelere göre İsviçre'de 1890'dan itibaren de çalışmalarını Doğu Anadolu'ya yayan "Hinçak Komitesi" ile, 1840'ta Kafkasya'da kurulup, Kafkasya ve Doğu Anadolu'daki bütün Ermeni derneklerini (Hınçak da dahil) birleştirmeyi amaçlayan "Taşnaksutyan Komitesi" yani Ermeni İhtilal Cemiyetleri İttifakı'dır. Hınçak komitesi, 1896'daki genel kongresinde, "Hınçak isyan cemiyeti kanunu Alisi"ni kabul ile kendisine tek a-maç ve araç olarak isyan çıkarmayı kabul etmiştir. Ermeniler, böylesine örgütlenme ve silahlı çatışma yollarına giderken, İngiltere, konuyu uluslararası problem haline getirmiştir. Artık, hazırlıklar tamamlanmış, düğmeye basılmaktadır. 1885'te Doğru Rumeli'nin Bulgaristan'a katılması, Ermenileri de harekete geçirdi. Londra, Viyana, Rusya ve İran'da bulunan Ermeni komiteleri propagandaya başlayıp Ermeni Devleti'nin kurulmasını istediler. 1888'de önce Van'da ayaklanan Ermeniler, 1890 Haziran ayında Erzurum'da ve İstanbul Kumkapı'da isyan başlattı. Devlet bunları kolayca bastırdı. Fakat 1894 Ağustos ayında Bitlis Sason'da çıkan Ermeni ayaklanması Osmanlı için sorun oldu. Yine burada Ermeni ve Kürt grupları çatışmaya başlayınca her iki tarafa karşı da devlet sert önlemler almak zorunda kaldı. Ermeni isyanı devam etmekteydi. 1895 Eylül'ünde durum yine karşıtı. İstanbul'daki Ermeniler Babıaliye (yani hükümetin olduğu yere) yürüyüşe geçtiler. Hükümet doğal olarak bu eylemi durdurmak için asker sevk edince, önce Ermeniler askerlere sonra da askerler Ermenilere ateş açması sonucunda her i-ki taraftan da zayiat verilmişti. Bu olay önce bütün İstanbul, bir yandan da Trabzon, Erzurum, Harput, Diyarbakır, Sivas, Antep ve Maraş vilayetlerine yayıldı. Bunun üzerine bütün Avrupa'da-ki tüm Ermeni komiteleri Osmanlı devleti aleyhine geniş bir propaganda kampanyası açtılar. İngiltere, yine liderliği ele aldı ve devletler İstanbul'daki kendi uyruklarını korumak bahanesiyle İstanbul önüne donanmalarını gönderdiler. Ancak devletlerin kendi aralarında anlaşamamaları nedeniyle İngiltere ve diğerleri, geri çekilmek zorunda kaldı. Ermeniliğin Türklere yönelik tutumu Osmanlı Devleti de, İstanbul ve Doğu Anadolu'daki ayaklanmaları bastırmayı başardı. Olaylar bununla da kalmadı. Bu sefer 1896 Ağustos ayında İstanbul'daki Ermeniler, ellerinde bombalarla Osmanlı Bankası'nı basınca İstanbul yine karıştı. Babıali gerekli önlemleri alınca, çarpışmalarda bir hayli Emeni kırıldı. İngiltere, bir kere daha Osmanlı devletini tehdit etti ise de ileriye gidemedi ve Osmanlı Devleti yine duruma hakim oldu. Ermenilerin bu planlı ve dış destekli organize isyan eylemlerinin dışında büyük ölçekte çete savaşları yaptığı da bilinmektedir. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Kafkasya'da çok iyi silahlandırılmış ve eğitimden geçirilmiş Ermeni çeteleri bölgedeki Kürt, Azeri, Çerkez birçok insanı öldürmüş, mallarını yağmalamış ve bu insanların yerlerinden, yurtlarından ayrılmalarına neden olmuştur. Yine bu çeteler Osmanlı ordusu nerede savaşıyorsa orada cephe gerisinde orduyu vurmuş ve onu hayli zayıflatmıştır. Osmanlının Tutumu Böylece Ermeniler, Osmanlı topraklan içindeki halkların ve devletin nefretini üzerinde toplamıştır. Böyle bir durumda bağımsız bir devlet veya büyük bir imparatorluk ne yapar? Osmanlı İmparatorluğu, devlet olmanın gereğini yerine getirerek ne yapması gerekiyorsa onu yapmıştır. Şimdi bu yaptıklarını görelim: Öncelikle o yıllarda Osmanlı Devleti'ndeki yönetime, yani iktidarda kimlerin olduğuna bakmak lazım. O yıllarda İttihat ve Terakki Fırkası iktidardadır. Bu partinin yönetici kadroları Osmanlı'nın güzide okulları Harbiye, Mülkiye ve Tıbbiye mezunlarıdır. Ülkesini çok seven, cesaretli, gözü kara bu kadrolar, bu güzel özelliklerinin yanı sıra deneyimsiz, hayalperest, maceracı bir yapıya da sahiptir. İçinden Mustafa Kemal, İnönü ve yüzlerce kahraman çıktığı Kurtuluş Savaşı'nın kadrolarının yanı sıra bir hayli "serdengeçti" kabadayı, ne yaptığını bilmez fedailer de vardı. O dönemde yönetimi üçlü bir "troyka" üstlenmişti. Babıali baskını sonucu iktidara gelen partinin üçlü sac ayağı Enver, Cemal ve Talat beylerden oluşmaktaydı. Ermeni olaylarıyla ilgili tüm kararlar bu troyka tarafından alınmıştır. Bu üçlünün ve kabinenin beyni olan Talat Bey, önce fikirleri oluşturmuş sonra da arkadaşlarına kabul ettirmiştir. Troyka, özellikle Ermenilerin dış desteklerini önlemek için devletlerle görüşmüşler, onlara "ıslahat" sözü de vermişler, fakat emperyalizmin gücünü kıramamışlardır. Zaman zaman Almanya'yı devreye sokmuşlar ancak, ondan da olumlu sonuç alınamamıştır. Bu başarısızlığın sonucunda Talat Paşa'nın tehcir (göç) fikri kabul edilmiştir. Tarihimize "tehcir" ismiyle geçen eylem belli grup ve halk kitlelerinin devlet zoruyla yer değiştirmesidir. Değerli tarihçimiz Hikmet Bayur, Ermeni tehcirinde baş sorumluluğu Talat Paşa'ya vermiştir. Bu konuda şunları yazıyor: "Dahiliye Nezareti, yani Talat Bey, Meclis-i Vükela'dan karar almadan Ermeni tehcirini başlattırmış ve bu çok ağır sorumluluğu tek başına üzerine almaktan kaçınmamıştır. Daha sonra dış ülkelerin baskılarını da dikkate alan Talat Paşa, 21 Mayıs 1915'te çıkardığı kanun-u muvakkate ile konuya bir düzen getirmiştir." Genelde tehcir yönetmeliği olarak anılan bu yasal düzenlemeye göre, göçe tabi olacak tüm Ermenilerin, tüm malvarlıkları ve servetleri valilikler eliyle tespit edilecek, gittikleri yerde aynen kendilerine iade edilecektir. Yine gittikleri yerlerde kendilerine ev, tarla, bahçe ve hayvan verilecektir. Göçün geçtiği yol boyunca ve varılacak olan noktalardaki valiler ve mutasarrıflar uyarıla-rak gerekli özenin gösterilmesi istenmiştir. Göç olayı Osmanlı topraklarının yalnızca Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yaşayan Ermeni halkını kapsar. İstanbul ve İzmir'de yaşayan 250 binden fazla Ermeni'ye dokunulmamıştır. Oysa ki İstanbul Ermenileri, imparatorluğun yönetim kalbi olan Babıali'yi merkez bankası olan Osmanlı Bankası'nı basmıştı. Hamidiye Alayları Konunun güvenlik ve askeri yönü de II. Abdulhamit'in kurduğu "Hamidiye Alayları"na verilmiştir. Hamidiye Alayları, komutanlarından askerlerine kadar tümü Kürt kökenli Osmanlı vatandaşlarından kurulmuş, askeri statüye sahip özel birliklerdir. Hamidiye Alayları'na tehcir olaylarında önemli görev verilmesi "Ermeni Dosyasının karanlık bir noktasıdır. Daha önce yıllarca köyleri basılmış, insanları öldürülmüş, malları yağmalanmış bir etnik grubun silahlı gücüne, bunu yapan Ermenilerin göçü sorumluluğunun verilmesi oldukça ilginç, manidar ve karanlıktır. Yoksa bu da bir Osmanlı'nın oyunu mudur? Osmanlı ordusunun çok çeşitli cephelerde savaştığı düşünülerek Osmanlı askerlerinden "tasarruf edilme mi" düşünülmüştü? ittihat ve Terakki'nin sacayağı Troyka'nın bu kararı gerçekten karanlık bir noktadır. Ermeni soykırımı iddiaları geçtiğimiz yüzyılda terör olarak karşımıza çıktı. Suikast ve cinayetlerle örgütlü terör olayları yaşandı. 1919'dan sonra Ermeni komandolar, intikam eylemlerine girişmişler ve sorumlu gördükleri ittihatçı liderleri öldürmüşlerdi. Bu eylemler, 1970 ve 1980 yılları içinde "intikam tugayları"nı doğurmuş, bu örgüt de Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil ettikleri için Türk diplomatları öldürmüşler, Paris Orly ve Esenboğa katliamlarını gerçekleştirmişlerdir. Bu cinayetleri, Ermeni Asala örgütü üstlenmiştir. Asala sözde soykırım ve Anadolu'daki Ermeni topraklarının Türkler tarafından alındığı iddiasını bazı Avrupa devletlerine kabul ettirmiştir. Terörü o yıllarda Avrupalılar fazla ciddiye de almadı. Ancak sonradan işin vahametini anladılar. Asala cinayetleri, 1975 yılında birdenbire kesildi. Bunu, 1974 Kıbrıs çıkarmasına bağlayanlar oldu. Asala liderlerinin Türk güvenlik güçlerince tasfiye edildiği söylendi. Aydınların Tavrı Ülkemizde yazar ve aydınlarımızın Ermeni olayına yaklaşımında bir görüş birliğine rastlanmaz. Bu her düşünce yapısında ve her kanatta aynıdır. Değerli yazarımız Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa adlı kitabında "milletler ve halklar arasında böyle safhalar yaşanır" diyerek , "En doğru olan galiba unutmaktır" önerisinde bulunmaktadır. Aydemir, şöyle bir yargıda da bulunmuş: "Bu faciada ve Ermeniler aleyhine işleyen çarkların bence en önde gelen sorumlu ve suçluları Ermenilerin içinden yetişen, fakat coğrafi ve tarihi şartları hiçbir surette doğru değerlendiremeyen Ermeni yarı aydınları olmuştur." Değerli yazarımız Halide Edip, 1915 olaylarını "Ermeni göçür-meleri ve toptan öldürmeler" olarak isimlendirmiştir. Geçmişteki ve yakın tarihteki aydınlarımız, çeşitli şekillerde Osmanlı devletini haklı gören ancak uygulamanın "aşırıya kaçtığı" görüşünde birleşmektedir. Günümüzde aydınlarımızın konuya ilgi gösterdiği söylenemez. En gerçekçi görüş ise Prof. Dr. Taner Timur'dan gelmektedir. Timur, Türk ve Ermeni halklarının tarihleriyle korkmadan hesaplaşmalarını, böylece emperyalizmin ve diyasporaların esiri olunmamasını istemektedir. Bir kısım, Türk ve Ermeni yazarların önerdikleri Türkiye'nin geçmişte olan bu olayda bir sorumluluğunun bulunmadığını, Osmanlı dönemi adına Ermenilerden özür dilenmesi görüşü ise asla kabul edilemez. Kendilerini "aşırı aydın ve demokrat" gören insan hakları savunucusu olduğunu söyleyen bu kişilerin düşünceleri, tuzaklarla ve aymazlıklarla doludur. Özür dilenmesi halinde arkadan tazminat gelecektir. Tazminat istemlerini, kaybettiklerini iddia ettikleri toprağa yeniden dönüş arzusu izleyecektir. Cumhuriyet- Strateji | ||||||||||||||||||||
Bookmarks |
Etiketler |
Soykırım Yalanı |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | Arama |
Stil | |
| |