Sanal Hayat Keyifli Forumun Tek Adresi - Sesli Sohbet - Sesli Chat > Eğitim & Öğretim > Türk Dünyası > Türk Kültürü ve Medeniyeti » Osmanlı Döneminde Yaşayan Gayri Müslimler

  • Yeni Konu aç Cevapla  
     
    LinkBack Seçenekler Arama Stil
  • Alt 13 Mart 2012, 18:20   #1
    NetteKeyif
     
    Sincap - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
     
    Üyelik tarihi: 15 Mart 2011
    Mesajlar: 16.171
    Sincap is on a distinguished road
    Puanlar: 48.146, Seviye: 1
    Puanlar: 48.146, Seviye: 1 Puanlar: 48.146, Seviye: 1 Puanlar: 48.146, Seviye: 1
    Üst seviye: 99%, 0 Gereken puan
    Üst seviye: 99% Üst seviye: 99% Üst seviye: 99%
    Etkinlik: 33%
    Etkinlik: 33% Etkinlik: 33% Etkinlik: 33%
    Standart Osmanlı Döneminde Yaşayan Gayri Müslimler

    Bilim Uzmanı Araştırmacı yazar Mehmet Deri Osmanlı Devleti’nde yaşayan Gayrimüslimlerin durumunu araştırdı.
    Aşağıdaki makalede, Osmanlı tebaası olan ve Osmanlı Devleti himayesinde yüzyıllarca barış, huzur ve rahat içinde yaşayan gayrimüslimler(Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler) hakkında bilgi verilecektir.
    Azınlık, bir devlet otoritesi altında yaşayan, aralarında din, dil, ırk farkı bulunan, özel anlaşmalarla verilen haklardan yararlanan gruplardır. İslam Hukuku’ndaki “dinde zorlama yoktur” esasını benimsemiş olan Osmanlı Devleti, ele geçirdiği topraklarda yaşayan gayrimüslimlerle bir zimmet anlaşması imzalamış, gayrimüslimler haraç ve cizye ödeyerek can ve mal güvenlikleri devlet tarafından emniyet altına alınmıştır. Osmanlı Devleti’nin toplumsal, hukukî, siyasî ve idarî yapısı ırk esasına göre değil, “Millet Sistemi” denilen inanç temeline göre şekillenmiştir. Osmanlı Devleti döneminde “Millet Sistemi” esasına dayanan azınlıkların büyük çoğunluğunu Rum, Ermeni ve Yahudi toplumları oluşturuyordu. Millet esasına göre azınlık statüsünde bulunan Ermenilerin ve Rumların dini Hıristiyanlık, Yahudilerin dini ise Museviliktir.
    Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerle iç içe yaşama, devletin kuruluş yıllarına kadar gider. Gayrimüslimler, İslam Hukuku’nun “zimmi hukuku” ile birlikte zaman zaman çıkarılan “örfî hukuk”un sağladığı düzen içinde huzur, barış ve güven içerisinde yüzyıllarca yaşamışlardır.
    Osmanlılarda azınlık anlayışı, bir nüfus veya insan ayrımı olmayıp, azınlıkların kimlikleri, tanınmaları ve bilinmeleri açısından kullanılmıştır. Bu sebeple azınlıkların tespitinde fert sayısı veya toplulukların birbirine oranı diye bir kural mevcut değildir. Bundan dolayı azınlıklar, kendilerine “Osmanlı” denilmesini istemişlerdir.
    Burada bir hususa özellikle değinmeliyiz ki fethedilen, başka bir devletin veya kültürün hâkimiyeti altına giren halkların dinî, millî ve kültürel kimliklerini uzun süre koruyamadıkları, asimile oldukları tarihî bir realitedir. Osmanlılar, hâkimiyeti altındaki farklı unsurlara herhangi bir baskı ve asimilasyon uygulamamıştır. Tersi bir durum olsaydı, beş asırdan fazla Osmanlı hâkimiyeti altında kalan yerlerde ne İslam’dan başka bir din, ne Türkçe’den başka bir dil, ne Türk’ten başka bir millet kalırdı. Bu durum, devletin zaaf veya ihmali sonucu değil, bilinçli olarak uygulanan ve İslam Hukuku’nun emrettiği “zimmi hukuku” ile ilgilidir ve devletin sergilediği duyarlılığın tabii bir sonucudur.
    Azınlıklar, Osmanlı idaresinde İslam Hukuku’nun kendilerine tanıdığı haklar çerçevesinde cemaat işlerinde kamu düzenini ilgilendiren konularda; aile, evlenme, boşanma, miras vb. özel hukukla ilgili konularda çok geniş haklara sahip olmuşlardır. Yani Müslüman halkın sahip olduğu birçok hak ve hürriyetler kendilerine verilmiştir.
    Fatih Sultan Mehmet, 1453’te İstanbul’u fethettiğinde üç önemli topluluk ile karşılaştı. Bunlar Ortodoks Kilisesi’ne bağlı Rumlar, Gregoryen Kilisesi’ne bağlı Ermeniler ve bir de Yahudilerdi. Bu topluluklar etnik kökenleriyle anılmayıp din ve mezhep anlamında “millet” olarak tanımlanıyordu. Fatih, fetihten hemen sonra “Galata Ahitnâmesi” ile buradaki topluluklara kendi dillerini kullanma ve kendi dillerinde eğitim görme, dinlerini ve inançlarını serbestçe yaşama, kendi kültür ve ananelerini yaşama ve tarihî varlıklarını huzur ve güven içinde sürdürebilme gibi haklar vermiştir.
    Fatih zamanında ve daha sonraki padişahlar zamanında, azınlıkların verilen hak ve hürriyetler, devletin zamanla gücünü yitirmesiyle birlikte, Batılı Devletlerinde kışkırtmalarıyla azınlıklar tarafından yeterli bulunmayarak siyasî, idarî, hukukî, iktisadî, ticarî, kültürel alanlarda yeni düzenlemeler yapılması sonucunu doğurmuştur. Fakat yapılan bu yeni düzenlemeler, Batılı Devletlerin baskıları sonucu yapıldığı için devletin çöküşünü önlemeye yetmediği gibi, Batılı Devletlerin azınlıkların haklarını bahane ederek sık sık içişlerimize karışmalarına neden olmuştur.
    Netice itibariyle söylemek gerekirse: Osmanlı Devleti, gayrimüslim tebaaya hem dinî hem de örfî hukuk çerçevesinde birçok hak ve hürriyetler vermiş, fakat devletin zamanla gücünü yitirmesiyle birlikte, verilen bu haklar ve hürriyetler Batılı Devletlerinde kışkırtmalarıyla Osmanlı Devleti aleyhine kullanılarak devletin çöküşünü hızlandırmıştır.
    Rumlar
    Rumların Türklerle ilk teması Büyük Selçuklular devrinde başlamış, bu temas 1071’den 1453’e kadar kesintilerle devam etmiştir. Osmanlı döneminde Rumlar, 1453 yılında İstanbul’un fethiyle başlayan Yeniçağa kadar, İstanbul’da “Bizans”, Trabzon ve çevresinde ise “Pontus” olmak üzere iki ayrı devlet halinde yaşamışlardır. Rumlar Ortodoks Mezhebi’ne mensuptular. Bizanslı Rumlar 1453’te İstanbul’un fethiyle, Pontuslu Rumlar 1461’de Trabzon’un alınmasıyla Osmanlı yönetimine girmişlerdir. Gerek İstanbul’daki Rumlara, gerekse de Trabzon’daki Rumlara çok geniş hak ve hürriyetler verilmiş, Fatih’in Patrik ve Patrikhaneye vermiş olduğu ve diğer Osmanlı Padişahları tarafından da sürdürülen haklar öylesine geniş tutulmuştur ki, adeta devlet içinde devlet görüntüsü ortaya çıkmıştır. İstanbul Rum Patriği’ne, sadece Rum cemaatinin liderliği verilmemiş, bunun yanında Avrupa’daki tüm Ortodoksların lideri olma ayrıcalığı da sunulmuştur. Sırp, Bulgar, Arnavut, Roman Kiliseleri ile Rus Ortodoks Kilisesi de İstanbul Patrikhanesine bağlanmıştır. Ayrıca Rumlar, Patrikhane öncülüğü ve denetiminde bağımsız dini hayat ve dinle ilgili müesseselerin yanında, bağımsız mahkemelerini, mahalli idarelerini, vergi toplama düzenlerini, her türlü eğitim müesseselerini kurmuşlardır.
    Rumlar, Osmanlı Devleti’nde imtiyazlı bir azınlık olmuş, Fenerli Rum beyleri, Devletin Hariciye Vekaleti (Dışişleri Bakanlığı)’nde müsteşarlık, tercümanlık görevi, ayrıca Eflak ve Boğdan Voyvodalıkları, Girit ve Sisam Valilikleri gibi üst düzeyde görev yapmışlar, ticaret ve sanatta oldukça ileri gitmişlerdir. Ayrıca kiliseleri ve Patrikhane, Katolik Avrupa’ya karşı himaye altına alınmış, kendilerine her konuda olduğu gibi, din ve inanç hürriyeti hususunda çok geniş ayrıcalıklar verilmiştir.
    Yüzyıllarca Osmanlı himayesinde rahat, huzur ve barış içerisinde yaşayan Rumlar, Rusya’nın Ortodoksları himaye etme ve sıcak denizlere inme politikasının, Batılı Devletlerin ise emperyalist politikalarına alet olmuşlar, Osmanlı Devleti’nin yıkılışında çok önemli rol oynamışlardır. Burada bir hususu özellikle belirtmeliyiz ki, Rumların Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanıp bağımsız bir devlet kurmak istemelerinde, Avrupa’da okuyan Rum gençlerinin çok büyük rolü olmuştur. Şöyle ki; Avrupa üniversitelerinde okuyan Rum gençleri oradaki ilim ve düşünce adamları, şairler ve yazarlar ile temasa geçerek onlardan Fransız İhtilali sonrasında moda olan bağımsızlık, milli devlet, özgürlük, eşitlik, adalet vb. konularda bilgilendirilip yönlendiriliyorlardı. Avrupa’dan dönen bu Rum gençleri, bu fikirleri kendi toplumuna yayarak ayrılıkçı hareketleri körüklüyorlardı. Bunun neticesinde Rumlar, Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanıp bağımsız devlet kurma isteğiyle ayaklanıyorlardı.
    Ayrıca Rumlar, bu amaçlarına ulaşabilmek için Etniki(Filiki) Eterya, Mavri Mira, Pontus Rum, Rum İzci Teşkilatı gibi teşkilatlar kurmuşlar, papazlar vasıtasıyla halkı Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıp ayaklandırmışlardır. Bu ayaklanmalarda misyonerlerin, kiliselerin, okulların, tüccarların, Rum çetelerinin çok büyük rolü olmuştur.
    1821’de Mora İsyanı sonrasında Rumlar, Batılı Devletlerin ve Rusya’nın da desteğiyle 1829 yılında Yunan Devleti’ni kurmuşlardır. Milli Mücadele döneminde ise Rumlar, Batılı Devletlerinde destek ve yardımlarıyla Milli Mücadele’yi baltalamak için birtakım faaliyetlerde bulunmuşlardır. İstanbul’daki Rumlar, Bizans Devleti’ni yeniden kurmak, Karadeniz’deki Rumlar Pontus Devleti’ni yeniden kurmak için faaliyete geçmişler; bu hususta Patrikhane, misyonerler, Rum kiliseleri ve okulları, Rum tüccarları ve Rum çeteleri çok aktif rol oynamışlarsa da bu hususta başarılı olamamışlardır. Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesi ve 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşması sonrasında İstanbul’daki Rumlar ve Batı Trakya Türkleri dışında, Rumlar ve Türkler, Yunanistan ve Türkiye arasında karşılıklı olarak mübadele edilecekti.
    Bugün ülkemizde Rumlar; İstanbul, Gökçeada, Bozcaada, Trabzon ve Çanakkale’de rahat ve huzur içinde yaşamaktadırlar.
    Ermeniler
    Ermenilerin menşei tam ve kesin olarak karara bağlanamamış, Ermenilerin menşei muhtelif rivayet ve mitolojik hikâyelerden ibaret kalmıştır. Buna göre birinci görüş Ermeniler Frigyalılarla birlikte Trakya’dan Anadolu’ya gelmişler; ikinci görüş güneyden gelen ve Urartu’ya yerleşen Hayklar ile, kuzeyden gelip Anadolu’ya giren Armenlerin birleşmesiyle ortaya çıkan bir toplumdur; üçüncü görüş ise Hititlerin torunları olduklarıdır. Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan, 1071 yılında Malazgirt Zaferi’ni kazandıktan sonra Anadolu’ya bir Türk yurdu haline getirmiş, burada yaşayan Ermenilerde Türk idaresine girmişlerdir. Uzun süre Selçuklu idaresinde kalan Ermeniler, daha sonra Harezmşahlar, İlhanlılar, Celayirliler, Timurlular, Akkoyunlular idaresinde de yaşamışlardır.
    Fatih, İstanbul’u fethedince Ermenilere çok geniş haklar vermiş, Bursa Metropoliti Ovakim’i patrik ilan ederek İstanbul’da bir Ermeni Patrikhanesi kurdurmuş; Süryani, Kıptî ve Habeş kiliselerini de bu Patrikhane’ye bağlamıştır. Ermeni Patrikhanesi, bazı Hıristiyan Cemaatleri tek çatı altında toplaması bakımından ayrıcalıklı ve üstün bir nitelik taşımaktaydı.
    Ermeniler, yüzyıllarca Osmanlı idaresinde huzur, barış ve güven içerisinde yaşamışlar; öyle ki eşyalarını, evlerini birbirlerine emanet etmişler, Ermeni kızları kendi gönül rızalarıyla Türk erkekleriyle evlenmişlerdir. Ermeniler Osmanlı idaresinde kiliselerini ve okullarını kurmuşlar, yok olmaya başlayan kültürlerini ve dillerini Osmanlı’nın verdiği geniş hak ve hürriyetler sayesinde yeniden canlandırmaya başlamışlardır. Ayrıca birçok iş ve meslek; doktor, mimar, sarraf, zanaatkâr, bankacı, maliyeci, toptancı, barutçuluk, darphanecilik vb. iş ve meslekler Ermeniler tarafından icra edilmiştir. Ermenilerin Osmanlı idaresine 33 mebus, 22 bakan, 29 general, 7 büyükelçi, 1 konsolos, 17 öğretim üyesi, 41 yüksek dereceli memur verdiği göz önünde tutulursa, Osmanlı idaresinde ne kadar iyi hayat şartlarına, geniş hak ve özgürlüklere sahip oldukları çok daha iyi anlaşılır.
    Ermeni toplumunun 19. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti ile bir sorunu olmadı. Ermeniler Osmanlı Devleti’ne bağlı kaldıkları için, kendilerine “Millet-i Sâdıka” (Sâdık Millet) denilmiştir. Zayıflayan Osmanlı Devleti’nden pey alma yarışına giren Batılı Devletler Ermenilerin milli bilincini okşayarak bağımsızlık isteğiyle sık sık Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmasını sağladılar. Bu hususta başka misyonerler olmak üzere, Ermeni azınlık olukları ve kiliseleri çok aktif rol oynadılar. Ayrıca bu hususta dergiler, kitaplar, broşürler çıkarttılar ve çok yoğun bir propagandaya giriştiler.
    1863’te kabul edilen Ermeni Milleti Nizamnamesi ile Ermeniler çok geniş haklar elde etmişler, adeta devlet içinde devlet olmuşlardır. Burada bir hususu hatırlatmakta fayda vardır: Batılı Devletler, Gregorian (Gregoryen) Mezhebi’nden* olan Ermenileri, kendi mezhebine çekmek ve kendi emelleri doğrultusunda kullanmak için Ermeniler üzerinde çok yoğun bir propaganda uyguladılar. Şöyle ki, Katolik Fransızlar, Protestan İngiliz ve Amerikalılar, Gregoryen Mezhebi’nden olan Ermenileri kendi mezhebine kazandırmak istemişler, kendi mezheplerinden olmayan, yani Katolik ve Protestan olmayan Gregoryen Ermenilerine baskı uygulamışlardır. Zira Gregoryen Ermenileri, Osmanlı Devleti’ne bağlıydı. Protestan veya Katolik olan Ermeniler, Batılı Devletlerinde kışkırtmalarıyla Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanıyorlardı. Ermeni Gregoryen Patriği, Ermeni Cemaatinin bölünmesini önlemek için Osmanlı Devleti’nden yardım istemiş, fakat Batılı Devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuz ve baskıları nedeniyle bu hususta gerekli yardım ve destek yapılamamıştır.
    Ruslar, Doğu Anadolu’yu ele geçirebilmek için Ermenileri kışkırtmış, Doğu’da görev yapan Rus konsolosları, Ermeni halkını Osmanlı’ya karşı düşmanca hisler beslemesi için yoğun çaba harcamışlardır. Bu tahrikler sonucu Ermeniler, özellikle Osmanlı Devleti’nin iç ive dış problemler yaşadığı dönemlerde isyana girişmişlerdir.
    Bu şekilde devleti, ciddi şekilde meşgul eden otuzdan fazla ayaklanma gerçekleştirmişlerdir. Bu ayaklanmaların hazırlanmasında ve yürütülmesinde Amerikan, İngiliz ve Rus misyonerlerinin ve ajanlarının çok büyük rolü olmuştur. 93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus Harbi)’nde Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya mağlup olması üzerine 3 Mart 1878’de Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşmanın 16. maddesiyle Ermenilere yönelik ıslahat yapılması karalaştırılmıştı. Fakat antlaşma İngiltere, Avusturya ve Almanya’nın çıkarlarına aykırı hükümler taşıdığı için, bu antlaşma bahsedilen devletler tarafından kabul edilmedi. Bunu üzerine Berlin Konferansı toplanmış ve konferans sonrasında Berlin Antlaşması imzalanmıştı(13 Temmuz 1878).
    Berlin Antlaşmasında Ruslar, antlaşmanın 61. maddesine göre 6 vilayette (Erzurum, Diyarbakır, Van, Bitlis, Harput, Sivas) Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını istemiştir. Fakat II. Abdülhamit, Ermeni Devleti’nin alt yapısını kurmayı amaçlayan bu 61. maddeyi şiddetle reddetti ve yürürlüğe koymamıştır. Batılı Devletlerin ve Rusya’nın da desteğiyle Ermeniler 1885’de Armenikan Partisi (ilk kurulan Ermeni partisidir), 1887’de Hınçak, 1889’da Taşnak Cemiyetlerini kurdular. Kurdukları bu cemiyetlerle sık sık Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandılar ve binlerce masum Türk’ü öldürdüler.
    1. Dünya Savaşı’nda Ruslarla işbirliği yapan Ermenilerin ayaklanmalar çıkartması ve Osmanlı Devleti’nin masum halkına yönelik katliamlarda bulunması üzerine, Osmanlı Hükümeti bu durum karşısında Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve önde gelen Ermenilerle görüşmüşse de bu görüşmeden olumlu bir sonuç alınamamış, bunun üzerine Osmanlı Hükümeti 24 Nisan 1915’te aldığı bir kararla, Ermeni komitelerini kapatıp önde gelenlerini tutuklamış, çok sayıda belge ve dokümanlara el koymuştur. Ermeni Diasporası’nın her yıl sözde Ermeni soykırımının yıldönümü diye andığı ve dünya kamuoyunu aldattığı 24 Nisan, işte bu kararların uygulandığı tarihtir.
    Ayrıca Osmanlı Hükümeti Alman Genelkurmayı’nın da ısrarlı teklifleriyle Doğu Anadolu’da savaş bölgesi hattı içinde kalan Ermenileri, 25 Mayıs 1915’te çıkardığı “Sevk ve İskân Kanunu” çerçevesinde savaş dışı bölgelere(Suriye, Halep, Rakka, Musul gibi) sevk etmiştir. Ermeni Tarihçi Leon ve Amerikalı Tarihçi Prof. Dr. Justin McCarty’e göre; Osmanlı Hükümeti, Rus kışkırtmalarına kapılarak ve Rus silahlarına güvenerek karışıklıklar ve isyanlar çıkaran Ermeni komiteleri karşısında kendi varlığını koruma hakkını kullanmıştır.
    Tehcir edileceklerin satılması gereken mallarının ucuza gitmemesi, dolayısıyla zarara uğramaması için gerekli tedbirler alınmıştır. Tehcire tâbi olacak. Ermenilerin mallarının gerçek değerinin altında satılmaması sağlanmış, malları gerçek bedeline satılarak paraları kendilerine verilmiştir. Ermenilerin, yanlarında ***ürmek istedikleri mallarını ***ürebilmeleri için gerekli tedbirler alındığı gibi, ***üremedikleri mallarının onların hesabına yatırılması sağlanmıştır.
    Sevk ve İskân Kanunu her Ermeni’yi kapsamıyordu. Sakatlar, hastalar, körler, yetim çocuklar, dul kadınlar, Ermeni mebusları, Osmanlı Bankası’nda çalışan Ermeniler, Düyun-u Umumiye’de ve bazı konsolosluklarda çalışan memurlar, Katolik ve Protestan mezhebinden olan Ermeniler, Osmanlı ordusunda asker, subay, sıhhiye sınıflarında hizmet verenler ve aileleri, tüccarlar, ustalar ve ameleler bu kanunun kapsamı dışında bırakılmıştır.
    Sevk ve isyan sırasında meydana gelen kayıpların; eşkıya ve çetelerin saldırıları, tifo, kolera, tifüs vb. bulaşıcı hastalıklar, açlık, değişik yerlere göçler sırasında yaşanan insan kayıpları, iklim değişikliği, uzun yolculuğun verdiği güçlükler ve sıkıntılar, bazı memurların ve jandarmanın suistimali, Ermeni çetelerin kurtarma faaliyetleri için giriştiği baskınlardaki çatışmaların ölümle sonuçlanması gibi kayıplar olduğu görülecektir. Ayrıca Ermeni çeteleri, kendilerine destek vermeyen soydaşlarını da katletmişlerdir. Böylece hem korku salarak bütün Ermenileri sindirip yanlarına çekmiş olacaklar, hem de Avrupa kamuoyunda “bu Ermenileri Türkler katletti” diyerek kendi lehlerine propaganda yapmış olacaklardı. Bu amaçla birçok Ermeni, yine bizzat Ermeni çeteleri tarafından öldürülmüştür.
    Sevk ve iskân işleri son derece itinalı ve büyük hassasiyet içinde yürütülmeye çalışılmıştır. Tehcire tâbi olan kişilerin iskân edeceği yere kadarki masraflarını hükümet karşılamış, nakledilen Ermenilerin can ve mal güvenliklerinin o güzergâhtaki idarecilere ait olduğu bildirilmiş ve bu hususta gerekli tedbirler alınmıştır. Sevk ve iskân sırasında meşakkatsiz yollar ve güvenli yerler tercih edilerek rahat bir sevk sağlanmıştır. İskân sırasında meydana gelen olumsuzlukların sorumlularını hükümet cezalandırmıştır.
    30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesi Doğu’da bir Ermeni Devleti’nin kurulmasını öngörüyordu. Yine 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşmasıyla Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti’nin kurulması amaçlanıyordu. Ermeniler bu amaçla silahlı çeteler kurarak binlerce masum Türk insanını katletmiş, bu gelişmeler üzerine TBMM. 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’yı Doğu Cephesi Komutanlığı’na atadı. Karabekir, 28 Eylül 1920’de askeri harekata başlamış, 29 Eylül’de Sarıkamış’ı, 30 Ekim’de Kars’ı Ermenilerden kurtarılmıştır. Ermenilerle 3 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre Ermeniler Doğu Anadolu’da hak iddia etmekten vazgeçmişlerdir.
    Yahudiler
    Osmanlı Devleti tarihinde ilk Yahudi toplumu Bursa’dadır. Orhan Gazi, Bursa’ya girdiğinde Yahudilere çok iyi müsamahada bulunmuş, onlara bir havra inşa etmeleri için izin vermiştir. Osmanlı Devleti’ne göç eden ilk Yahudi gurubu 1470 yılında Almanya ve Polonya’dan gelen Aşkenaz Cemaati’dir. Daha sonra Osmanlı Devleti’ne İspanyolların zulmünden kaçan Sefarad Yahudileriyle, Kırım’dan Karaim Yahudileri gelerek İstanbul’a yerleşmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra diğer dini azınlıklara tanıdığı hakları Yahudilere de tanımış, Maiz Kapsali (Moses Capsali)’yi ilk hahambaşı olarak atamıştır. 1865’te çıkarılan “Hahamhâne Nizamnamesi” ile Ruhanî, Cismanî ve Genel Meclisler oluşturulmuş ve bu nizamnâme ile geniş bir irade ve iç yönetim imkanlarına sahip olmuşlardır.
    Yahudilerin Osmanlı idaresine karşı tek ciddi isyanları, Sabatay Sevi hareketidir. Sabatay Sevi 1666 yılında Mesih olduğun iddia ederek Yahudi Devleti kurma çalışmalarına girişmiş, fakat bu girişim neticesiz kalmıştır. İdam edilmemek için sözde Müslüman olmuş, Mehmet Aziz adını almıştır. Yüzyıllarca Osmanlı idaresinde huzur, barış ve rahat içinde yaşayan Yahudiler, Milli Mücadele Dönemi’nde mevcut durumu mali ve ticari yönden kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirdiler. Hahambaşı’nın öncülüğünde Alyans-İsrailit ve Makabi gibi cemiyetler kurdular ve bu cemiyetler vasıtasıyla ticarî, malî, kültürel, dinî ve hukukî haklarını korumaya çalıştılar. İstanbul işgal edilince Yahudiler, daha önce evlerine ve dükkânlarına asmış oldukları Türk Bayrağı’nı kaldırıp yerine Süleyman Bayrağı asmaya başladılar. Filistin’deki atalarının 2 bin yıl önceki geleneklerini yeniden yaşamaya, canlandırmaya başladılar, kıyafetlerini giymeye başladılar.
    Sonuç itibariyle özetleyecek olursak, Osmanlı Devleti himayesinde yüzyıllarca rahat, huzur ve barış içerisinde yaşayan gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecine girmesiyle birlikte, Emperyalist Batılı Devletlerinde yardım ve desteğiyle kendi milli devletlerini kurma yoluna gitmişlerse de, Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasından sonra bu hevesleri kursaklarında kalmıştır.
    (Bu makale, Niğde Üniversitesi SBE. İlköğretim Anabilim Dalı Sosyal Bilgiler Öğretimi Bilim Dalı’nda akademik jüri tarafından onaylanmış Yüksek Lisans Tezi’nin bir kesitidir.)


    Etiket: OSMANLI TARİHİ
    Sincap isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
    Yeni Konu aç Cevapla  

    Bookmarks

    Etiketler
    Osmanlı Döneminde Yaşayan Gayri Müslimler


    Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
     

    Yetkileriniz
    Konu Acma Yetkiniz Yok
    Cevap Yazma Yetkiniz Yok
    Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
    Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

    BB code is Açık
    Smileler Açık
    [IMG] Kodları Açık
    HTML-Kodu Kapalı
    Trackbacks are Açık
    Pingbacks are Açık
    Refbacks are Açık




    Tüm Zamanlar GMT +4 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 15:20.

    dekorasyon Endüstriyel Mutfak EKipmanları sanal ofis Kiralık Ofis | sanal ofis sanal ofis | sanal ofis | muadil toner | fantezi iç giyim fantezi giyim kerebiçci kerebiçci oğuz kerebicci.com araç takip sistemleri | kişi takip sistemleri | Varlık takip sistemleri | filo takip sistemleri |
    istanbul travesti | istanbul travesti izmir escort bayan izmir escort tuzla escort bursa escort bursa escort casino siteleri casino siteleri casino siteleri casino siteleri casino siteleri bahis siteleri istanbul travesti travesti forum |
    istanbul travesti Mekanları | istanbul travesti Haber | istanbul travesti Bilgi | istanbul travestileri | istanbul travesti | travesti | ankara travesti| ankara travesti | ankara travesti ankara travesti

    Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.1

    1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429